Tuesday, May 4, 2010

Eğirdir ETUDOSD Dağcılık Şenliği


Bugün 2010 yılının 5 Mayıs Çarşamba günü. Ben yazılarımı ve yorumlarımı genellikle etkinliklerin ya da olayların ve gezilerin sonrasında yazıyorum, fakat bu kez 21-23 Mayıs arası yapılacak olan Dağcılık Şenliği etkinliğiyle ilgili önceden edindiğim bazı bilgileri buraya aktarmak ve değerli okuyucuyla paylaşmak arzusundayım. Etkinliğin toplantısı da 7 Mayıs Cuma günü yapılacak ve Müslüm hocadan ek bilgileri, gerekli malzeme listesini elde edeceğiz.


Ankara Dağcılık Kulübü ADK'nın son birkaç etkinliğine katılamamıştım. Mezar yaptırılması işleri, yurtdışından gelen ablamın gezdirilmesi, bir "Lise-hayalim" olan ya da bu hayalimin değişik bir versiyonu olan CollectedQuotes projem üzerindeki çalışmalar şeklinde günlük hayat meşgaleleriyle, olağan yaşam akışlarıyla geçti. Aslında general Napoleon Bonaparte, Marco Polo veya Christopher Columbus ya da Kaptan James Cook'un yaşamları gibi büyük bir risk ve sonsuz bir keşif içeren bir hayat yaşamadığımızdan dolayı yaşamımızın her günü o tarihi şahsiyetlerin yaşamlarına göre bir anlamda olağan ve durgun geçmektedir. Son haftalarda Ankara dışında yürüyemediysem de hızlı tempoda 1-2 saatlik ODTÜ yürüyüşlerimi hiç aksatmadım.



ETUDOSD isimli bir dağcılık kulübü var. Bunun açık yazılışı şöyle: Eğirdir Turizm Tanıtma ve Doğa Sporları Derneği. Bu dağcılık kulübü Isparta ilinin Eğirdir ilçesinde faaliyet göstermektedir; etkinlikte ETUDOSD'un konuğu olacağız. Kulübün kısaltmasının pek başarılı olduğunu söyleyemem. Yazımda EDK (Eğirdir Dağcılık Kulübü) şeklinde kendi pratik kısaltmamı kullanacağım. Ben Isparta'ya veya Eğirdir'e hiç gitmedim; bebekken gittiysem de bebeklik hafızam neredeyse hiç olmadığından hatırlamıyorum. Hiç gitmediğim bir yere gidince bende daha fazla hayal gücü zenginliği oluşuyor. Bazen gideceğim yerle ilgili hiçbir bilgi edinmiyorum; bazen de tam tersi orada ne var ne yok önceden bir bakıyorum. Bazı yollar sislidir; siz ilerledikçe keşfedersiniz; her şey bir sürprizdir; bazen de bir bilgi açlığı olur, insan bu açlığa dayanamaz ve Şirinler'deki Meraklı Şirin karakteri misali her şeyi kurcalar, her şeye burnunu sokar; artık sürprizlerin vereceği hazzı bir kenara bırakırsınız, bilgi edinmeye başlarsınız; önceden bilgi edinince sisler de kalkar. Sürprizin vereceği zevki "önceden bilgi edinme zevkiyle" değişirsiniz; ben de bu zevki kullanmak adına biraz ön bilgi edindim; "arka bilgi" oraya gittiğimde gelecek.



Eğirdir'in değişik özellikleri var. Öncelikle bu ilçeyle bitişik Türkiye'nin 4. büyük gölü olan Eğirdir Gölü var. Ispartalılar bu gölün arıtılmış suyunu içerler, yani bir bölümünü içerler. Fırsat olur mu bilmiyorum ama buradaki Can Ada'yı görmek isterim. Can Ada, Atatürk'ün Eğirdir'i ziyaretinde kendisine hediye edilmiştir; sonra yeniden belediyeye geri verilmiştir. Aslında bu ada piknik alanı olduğundan Yeşilada denilen yeri görmek daha mantıklı galiba. Yeşilada'da Aya Stefanos Kilisesi bulunur. Eğirdir ilçesi de Isparta'ya 34 kilometre kadar bir uzaklıkta bulunuyormuş.

Anadolu'da pek çok yerde olduğu gibi biz Türkler Eğirdir taraflarına da sonradan, yani 1071'den sonra gelmişiz. Selçuklular bu bölgeye Cennetabad demişlerdir. Dinlerin kafadan uydurduğu bir kavram olan "cennet" sayesinde nerede doğal bir güzellik varsa oraya hemencecik "cennet" denilmiştir. Aslında cennetin daha güzel bir tarifi var: İnsanın kendisini mutlu, huzurlu ve aidiyetle hissettiği yer neresiyse "cennet" orasıdır. "Aidiyet" müthiş önemli bir kavram. Bazen bir yere, bir kasabaya, bir köye ya da bir ülkeye gidersiniz ve orada "Ben buraya ait değilim" şeklinde bir duygu oluşur, bütün güzelliklere rağmen bu duygu derinlerimizde bir yerde oluşur ve ruhumuza daha doğrusu zihnimize yapışır. Ben uzunca bir süre İngiltere'de kalmışken bunu yaşamıştım; İngiltere'de sisleri, yemyeşil kırları, kiliseleri, kaleleri, malikaneleri, şatoları, Londra'nın esrarengizliğini, eşsiz yürüyüş parkurlarını, şatafatlı mezarlıkları, kraliçenin arazilerini, Kraliyet tartışmalarını, antikacı dükkanlarını, dünya çapında olmalarına rağmen okula bisikletle gelen müthiş alçakgönüllü ve kot pantolonlu "baba profesörleri" ve daha pek çok şeyi severdim; oralarda dolaşmaktan, üstat Shakespeare'in kasabasında gezmekten, "sirkeli fish and chips - sirkeli balık kızarmış patates" yemekten zevk alırdım, ama orada bende bir "aidiyet" duygusu oluşmadı çünkü insanlarında bizi sarabilecek, bizi kendilerine ve kendi kültürlerine kopmaz bağlarla bağlayabilecek şeylerde bir noksanlık, bizim ruhumuza yumuşakça dokunabilecek öğelerde bir eksiklik vardı ve her şeyden önemlisi dünyanın en büyük huzurlarından biri olan her şeyi kendi dilimizde duymak, kendi dilimizde konuşmak eksikti. Şu aralar mecburen İngilizce özdeyişler yazıyorum ama Türkçe özdeyiş yazarkenki rahatlık, özgürlük ve keyif asla yok. Bu yazıyı akarak, zevkle, kısa bir sürede ve kolaylıkla yazıyorum çünkü kendi anadilim bu. "Aidiyet" önemli. Biz neye, nereye, nelere ve kime aitiz? Bu sorular önemli ve bir başka yazının konusu...


Yeniden asıl konumuza dönecek olursam, EDK Dağcılık Şenliği etkinliği için ADK'dan 15 kişi bu etkinliğe katılacak, belki sayı daha da artabilir; toplamda Türkiye'nin değişik dağcılık kulüplerinden gelenlerle birlikte Eğirdir'de tahminen 300 kişi olur diyorum; her çadırda 1 kişi kalırsa 300 çadır eder!.. Dağcılık/trekking gruplarının dışında kamp alanına geleceklerle birlikte büyük bir panayır ve festival yeri havası oluşacaktır.
Etkinliğin ilk günü olan 21 Mayıs Cuma günü saat 10'da EDK binasından yola çıkılıp Aksu ilçesi yakınlarındaki Aksu Zindan Mağarası gezilecek. Ben askerliğimi Burdur'da yaparken orada en çok İnSuyu mağarasını ziyarete gitmiştim. Bu mağaraları esasen toplu olarak değil de müthiş sessizlik ve sakinlik içinde tek başına veyahut birlikteyken tek başınaymış gibi hissettiğiniz senkronize/uyumlu biriyle gezmek gerek ki mağaranın o bütün dünyadan izole edilmiş, mutlak saadet dinginliğine erişmiş şatomsu sağlam atmosferi ve gizemli düşleri yakalanabilsin.


Aksu Zindan mağarasına giderken güzel bir köprüden geçeceğiz, yani umarım geçeriz. Buna Roma Köprüsü diyorlar. Bir Roma Dönemi mimarisi hayranı olarak Roma harabelerine her zaman sevgi ve saygı duymuşumdur. Buraki çayın ismi Köprü Çay'dır ya da Yunanca ismiyle Eurymedon'dur. Eurymedon bir tanrı, Jüpiter gezegeninin tanrısı. Köprü kemerinin taşları üzerinde kazılı tanrı portresini görmeyi umuyorum; üşenmeden ve çaktırmadan eğilip bu portreye bakacağım, mümkünse fotoğrafını çekeceğim, mümkün değilse yine çekeceğim, kısacası çekeceğim.


Zindan Mağarası önündeki alana kutsal alan derler, bir çeşit tapınaktır orası. Bu tapınağın tanrıçası meşhur Kibele'dir ya da daha Türkçe söylersek Sibel'dir. Pek çok aile çocuğuna Sibel ismini koyarken bunun bir Anadolu tanrıçası olduğunu bilmez. Anladığım kadarıyla bu mağaranın etrafı tanrı doludur. Köprüçayı Tanrısı Eurymedon, en çok bildiğimiz tanrılardan olan Baş Tanrı Zeus, haber tanrısı Hermes, Bereket tanrıçası Demeter!..


Mağaranın giriş ücreti 2 liraymış. Mağara 1300 metre yükseklikte ve 765 metre uzunluğunda. Bir zamanlar MADAG gibi mağara topluluklarına girecektim ama sağlık açısından mağaracılık pek cazip bir spor dalı değil; ufuklar yok, darlık ve karanlık ve soğuk ve güneşsizlik ve ağaçsızlık ve oksijen azlığı ve kuşsuzluk ve cıvıltısızlık ve solgunluk ve klostrofobi ve yine karanlık, hep karanlık, hep bulutlu, kara bulutlu, sonsuz karanlık ve solgunluk ve havasızlık!.. ODTÜ'de bir zamanlar Mağara işleriyle uğraşan bir arkadaşım da pek sağlıklı bir uğraş değil diye bu işi bırakmıştı ve doğru olanı yapmıştı bence.


Bizim gideceğimiz bu mağara demirden bir yola sahip ve yol da aydınlatılmış. Uzun bir zamandan beri derin sayılabilecek bir mağaraya girmediğimden ilginç olacağını düşünüyorum. Tabii mağaralara kaskla girilecek büyük bir ihtimalle; ben henüz kask almadım, ama alıp bir kenara koyacağım. Bir zamanlar bu mağara ibadet yeri olarak da kullanılmış. İlk 300 metrelik kısmı aydınlatılmış, sonrasında kafa lambaları devreye giriyor olmalı ya da yol bitiyor diye düşünüyorum!.. Umarım insanlar mağaradayken sessizlik ya da alçak ses kuralına uyarlar, en azından fazlaca bağırmazlar!..


Bu mağaradan sonra programda başka bir mağara daha var; bu arada öğle yemeği nerede ve nasıl yenecek hiçbir bilgim yok, Cuma günü bu konudaki bilgiler netleşecek; ben çabuk acıkan biri olarak kişisel önlemimi alacağım; ton balıkları, barbunya türü bazı konserveleri, kuru yemişleri Ankara'dan götüreceğim. Şenlik alanında şarap da içileceği için şaraplar, domates, elma, salatalık türü şeyler Eğirdir'den alınacaktır herhalde.
Pınargözü mağarası önemli bir yer!.. 15 kilometre uzunluğunda müthiş bir mağara, gerçi Fransızlar 16 kilometre kadar ilerlemişler içeride. Gerçek bilgi hangisidir bilemeyiz, tek yol içeri girip ölçmektir!.. Türkiye'nin en uzun mağarasıdır bu; içinde bazen 150 kilometre hızında hava akımları oluşur, yani içeride uçurtma pek uçurulamaz ve hatta uçurtmanın bizatihi kendisi olunur!.. Ağustos ayında 5 derecelik su ısıları vardır. Mağara halen keşfedilmeye devam edilmekte. Mağaraya girebilecek miyiz bilemiyorum, çünkü girişinin kapalı olduğu şeklinde bilgiler var ve bu üzücü. Girişi kapalı bir mağaraya gidip herhalde ucundan içeri doğru bakacağız ve bir de 660 yaşında ve çevresi 4.5 metre olan olan bilge bir çam ağacıyla tanışacağız, mağaranın içinden dışarı doğru taşan buz gibi suda kim kaç dakika elini ya da ayağını orada donmadan tutabilir yarışması yapacağız belki de. Ben burada Nazım hocanın bir şiir okuyacağını düşünüyorum, belki bilge çam ağacının önünde okunur bu şiir.


Dünyanın en büyük yeraltı gölü mağaralarından birinin önüne kadar gidip girişi demirle kapalı bölümün önünde sadece içerisini hayal edeceğiz; ama hayal gücü bazen bilgi kırıntılarıyla çok daha büyük boyutlara ulaşabilir. Ben bazen çok bilgi edindiğim konularda hiç yazamam, çünkü o kadar bilgi vardır ki hayal için yer kalmamıştır!.. Hayalin yaşaması için bir şeylerin az olması gerekir; diyelim ki birisini sevdiniz, onu her gün görürseniz artık onu hayal edemezsiniz; hayal, onu uzun bir süre görmeyince oluşur, zenginleşir, tıpkı üstat Dante ve Beatrice olayında olduğu gibi. Şair Dante, Beatrice'i ilk kez 9 yaşındayken görür ve aşık olur, sonra onu 18 yaşına gelince bir kez daha görür; sonrasında Dante başka biriyle evlenmiş olsa da onun sonsuz ve "zaman-ötesi" bir tutkuyla bağlandığı, hayalleriyle zenginleştirdiği kişi Beatrice olmuştur; uzun bir hikayedir bu.


Bu yukarıda bahsettiğim mağarada geçmişte kaybolanlar olmuş, o yüzden giriş yasağı şeklinde önlemler alınmış. Mağaradan dışarı rüzgar akımı olduğuna göre mağaranın başka yerde ya da yerlerde çıkışı ya da çıkışları olmalı. Bu mağara tek ağızlı değil kısacası. Tek bir tane ağzı olmadığına göre tek bir dili de yoktur ve mağaranın içinde değişik diller konuşuluyor olmalıdır; esrarengizliği seven, mistisizimden zevk alan insanlar bulup içeri mumlarla girip bu esrarengiz dilleri dikkatle dinlemeli. 213 bitki türü barındıran bu mağaradan sonra akşam bir slayt gösterisi olacak. İçeriğiyle ilgili bir fikrim yok ama EDK'yı, civar yöreleri tanıtan, eski faaliyetleri gösteren bir "reklam-slayt" olabilir.


Etkinlik boyunca çadırda kalınacak. Bu çadırlar, yaklaşık 3000 metrelik Dedegöl Dağı'nın aşağılarındaki Melikler Yaylasındaki kamp alanında konuşlanacaklar. Burası Eğirdir merkezine 63 kilometre uzaklıktadır. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla çam ormanı içinde hoş bir kamp yeri. Eğirdir'deki EDK kulüp binasından bizi bu alana midibüslerle götürecekler. Geceleri bu mevsimde hava sıcaklığı 5 dereceye kadar düşebilmekteymiş; o nedenle serine karşı ve her şeye karşı önlem almakta fayda var; ben şahsen Goretex eldivenimi de yanıma alacağım, zirve taraflarında tipi ve soğuk her zaman mümkündür. Yağmur yağmadığı sürece etkinliğin güzel geçeceğini umuyorum. Yağmur yağarsa da Pollyanna karakterine bürünüp hoş olmayan veyahut bizim hoş olmadığını düşündüğümüz gerçeği de birkaç günlüğüne hoş göreceğiz, gerçeğe katlanacağız!.. Yağmuru seversek, gerçekle birlikte akarız ve gerçekle akarken yaşam kolaylaşır; gerçekle dost olursak hayat kolay geçer.


22 Mayıs Cumartesi günü Yaka Kanyonu geçişi var, eğer gerçekleşirse tabii; önceki senelerde bu kanyon geçişleri yapılamamış, sebep de inek ölüsü gibi bir şeymiş. Oraya kadar gitmişken 50 tane gergedan da ölse kanyona gidip gezmekten yanayım; su soğuk olacak, ıslanılacak, yedek ayakkabı şart olacak. Bu arada EDK'nın internet adresini de merak edenler için aşağıya aktarıyorum:



Ben bu yazıyı yazarken Dedegöl Melikler yaylası için sıcaklık 25 derece gösteriyordu web sitelerinde. Kulüp binası otogara çok yakınmış, 2 dakika mesafede, limanın içindeymiş, lokalin fotoğraflarına da baktım; o kadar çok şeye baktım ki artık gitmeme gerek kalmadı diyeceğim neredeyse!.. Yok, tabii ki "Gerçek" her zaman gerçektir ve sanallık gerçeğin yerini hiçbir zaman tutamaz, sanal olan sanaldır!..

Bu Dedegöl dağının zirvesi Anamas Dağ grubunun içinde yer alan bir doruktur. Her yerdeki uydurma söylenceler burada da yapılmış; bir eren, artık neye ermişse, buralara güller ekmiş. Yani dağın doruğunun ismi Dedegül doruğu, dağın ismi de Dedegöl dağı. Bu eren, Horasan erenlerindenmiş. Dedegöl gölü de var ve dağ da adını bu 870 metre derinliğindeki gölden almış; gölün ürkütücü bir derinliği var, sanki yerkürenin merkezine giden bir yol, sudan yapılmış bir dehliz!..


Doruğun güneyinden bakılınca Kara Göl diye küçük bir göl görünür, galiba bu Dedegöl gölüdür; kuzeyden bakılınca da Pınargözü mağarası görülür. Zaten bu mağara Dedegöl dağının 1550 metresinde yer alır. Yukarıda Köprü Çay'dan bahsetmiştim; bu çayın kaynağı da bu dağdır. Bu dağda Kuzey Güney transı (geçişi) Batı Doğu transı gibi şeyler yapılabilmektedir.

22 Mayıs Cumartesi günkü programda yer alan Yaka kanyonu 4 kilometre kadardır. Suyu çok soğukmuş; ayakların altından geçen alabalıklar varmış, 2 metrelik şelaleler ve etrafta uçuşan kelebekler de varmış!.. Ben de sanki masal anlatıyor gibi yazıyorum, çünkü henüz kendim deneyimlemedim. Şirinler'deki Hayalci Şirin gibi hayal ediyorum sadece. Bu Şirinler de çok harika bir çizgi filmdir.


Cumartesi akşamı şenlik yemeği verilecek ve ertesi gün de Dedegöl Dağı tırmanışı var; en güzel kısım bu kısım; bu dağ Isparta'nın en yüksek dağı. Buraya klasik rota denilen yerden çıkılacaktır büyük ihtimalle; klasik rotalar teknik tırmanış gerektirmezler ama uzun olurlar; kamp yerinden zirveye yürüyüş bağlamında "zikler" ve "zaklardan" dolayı olsa gerek 6 kilometrelik bir yol var; zikzaksız dağlara çıkılsa da yorar; ayrıca dağ da galiba uzun bir alana yayılarak yükselmiş, öyle küt diye yükselseydi kamp alanından yukarı 1.3 kilometre dikey tırmanıp daha kısa yol kat etmiş olurduk. Karlar olacaktır ama krampon ve kazma gerekmeyecektir!.. Tabii tırmanışlar her zaman bir mukavemet ister. Melikler Yaylasının Alplere benzediği söylenir. Anamas Dağları silsileri, iki göl arasındaki bu Dedegöl bizleri beklemiyor ancak biz orada olacağız!.. Zirve çıkışı sabah 6'da başlayacak olsa da biz sabah 5'te de çıkabiliriz, Müslüm hocaya bağlı. Böyle zamanlarda kalk borusu 4'te öter ve hatta Müsüm hoca saatiyle 3'te, uykunun en tatlı olduğu bir anda, belki güzel rüyalara dalmışken!.. Horoz ötünce kalkma zamanıdır!.. Umarım ki zirve yolunda henüz gün ağarmamışken, henüz yıldızlar gökte harika bir şekilde parıldarlarken, sabahın esrarengiz kokuları etrafa yayılmışken oldukça serin bir havada yola çıkan ilk ekip biz oluruz; bunu ihtiras bağlamında değil de ufkumuzun açık olması bağlamında, geriden gelen yüzlerce kişiye yukarıdan bakıp görsel bir olayı izleme açısından, sanki geriden gelenleri çeken bir lokomotif güzelliğini ve gururunu yaşamak için söylüyorum.
Yazımı yine bir müzikle bitireyim, Proud Mary, Gururlu Mary:

Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment