Sunday, December 20, 2009

ADKK Etkinliği -1



Bu hafta sonu Salim Erdal beylerin Ilgarini kamplı Kastamonu gezileri vardı. Benim çadırım olmadığından ve de biraz uzunca bir gezi olacağından bu etkinliğe katılmadım. Bahar aylarında bir tekrarı olacakmış sanırım, o zaman katılırım; Ilıca şelalesinde yüzmek ve de meşhur Valla kanyonunu sıcak havalarda keşfetmek güzel olacaktır.

Bilkent Real Market'te dolaşırken ADOG'dan ve ODTÜ Elektronikten tanıdığım Faruk'a rastladım. "İstanbul'a gidiş geliş olaylarından dolayı 3 haftadır yürüyüş yapamadım, Murat," dedi ve de "Yenecik yürüyüşü" önerdi. Böylece bugün, yani 20 Aralık Pazar günü Ankara Dağcılık Kulübünün (ADKK'nın) Yenecik Yaylası yürüyüşüne katıldım. Şimdi biraz bu etkinlikten bahsedeceğim.


Sabah her zamanki gibi 6'da kalktım; esasen alarm çalmasın diye 5.50'de biyolojik saatle uyanmıştım zaten, yataktan kalkışım 6.01'de oldu!.. Her zamanki gibi yine yetersiz malzemelerimi, su geçiren Gore-Tex yarım boğazlı Adidas ayakkabımı, su geçiren yağmurluğumu, su geçiren eldivenimi, su geçiren dağ çantamı ve su geçirmeyen (!) anti-şoklu ağır batonlarımı yüklenip hasta olma riskini göze alarak yola koyuldum; şöyle bir baktım da üzerimde su geçirmeyen bir tek kendim vardım! :) Bilkent köprüsünün altından Faruk'un arabasıyla ve yine ADOG'dan tanıdığım ODTÜ Fizik'ten Yahya Kabak beyle CHP binasının önündeki park yerine gittik. Etkinliğe 3'ü bayan olmak üzere toplam 14 kişi katıldı. İsimlerin çoğunu hiç bilmediğim için isim bağlamında pek yazamayacağım!..







Üzerinde Okul taşıtı yazan 2007 model bir minibüsle CHP genel merkez binası önünden Kızılcahamam yönüne doğru yol alıp Mevlana lokantasında çay-çorba-ihtiyaç molası verdik. Müslüm bey şoförleri güvendikleri kişilerden seçtiklerini söyledi. Zaman kaybını önlemek için tozluk vs. hazırlıklarınızı burada yapın dedi. Müslüm Öndeş bey Ankara Dağcılık Kulübünün dağcılık kaptanı. Bu kulüp 1944 yılında kurulmuş, oldukça köklü kulüplerden biri; eskiden Elmadağ Dağcılık Kulübü derlermiş sonra ismi değişmiş.






Yenecik, Kızılcahamam'ı 15-20 km geçtikten sonra Ankara Bolu yolu üzerinde solda kalıyor. Minibüsle toprak yola girip kısa bir süre ilerledikten sonra yürüyüşümüze başladık. Epey bir süre benim "Ticari yol" dediğim orman yolunda yürüdük. "Ticari yollar" çok sıkıcı oluyorlar. Sonra nihayet benim ve herkesin sevinçle karşıladığı orman içine dalma yürüyüşüne geçtik. Orman içi yürüyüşler atraksiyonlu olur; bazen ağaçlar sıklaşır, aralarına dalarsınız, dallar yaydan fırlayan oklar gibi yüzünüze gelirler; sertçe yüzünüzü, kafanızı yalayarak ya da kamçılayarak, tırmalayarak geçerler. Kayalık kuytu yerlere rastlarsınız, yemyeşil yosunlarla kaplıdırlar ve sanki saklı cennet gibidirler; gerçeküstü bir görüntüleri vardır.




Başlangıçta ciddi bir yağmur vardı. Türkiye'nin pek çok yeri yağış altında ve bir yürüyüşü en çok baltalayacak şey de bu yağmur olayıdır. Benim kadife pantolonum tabii ki afiyetle suyu emdi, resmen ağırlığım arttı! İçimdeki yün içlik beni bir süre korudu. Yol boyunca ben hep yağmurlukları inceledim. Yahya Kabak beyin montu gayet iyiydi. Müslüm beyinki Lafuma panço yağmurluktu, güzel bir yağmurluktu. 2 tane Lafuma daha vardı. Faruk'unki Marmot gore tex monttu; önceleri hiç geçirmiyormuş ancak sanırım biraz sıcağa tuttuktan sonra gore tex özelliğini yitirmiş, onun da pantolonu ıslanmıştı. Ulus Yiba'da bisikletlerin olduğu yerde Pançoların satıldığını öğrendim ama Pançolar insanı Quasimodo yapıyorlar, o yüzden pek sevmiyorum. Panço giyersem Notre Dame kilisesinde bir zangoç gibi hissederim kendimi herhalde! :) Yürüyüşümüzün ilk hedef durağı Orman Kulesiydi. Aşağıya bir resmini koydum. Burası o civarın zirvesidir de. Zirveyle ilgili, yürüyüşte Müslüm beyin söylediği ve dağcılıkta bilinen o güzel sözü de hatırlamışken buraya aktarayım: "Zirve, yolun yarısıdır!" Hatta bence yolun yarısı bile değildir çünkü inişler çıkışlardan daha zorlu olurlar; inerken, çıkarkenki dikkatimizden daha az dikkatimiz kalmıştır ki bu da bir risk teşkil eder!.. Ve tabii zirve hiçbir zaman amaç olmamalıdır felsefesi de güzel bir felsefedir. Yolda Hasan Dağı ile ilgili de konuştuk. Benim çıkmak istediğim bir yer. Müslüm bey oranın değişik rotalarını anlattı. Bazı rotalarda sular karların altını oyarmış ve üzerinden geçerken taban çökermiş. Hasan dağı çıkılması ya da en azından görülmesi gereken güzel dağlardan biridir; tek başına olduğu için dağ gibi dağdır ya da adam gibi adamdır!..



Ana yemek molasını burada, bu orman kulesinde yapmak istedik; ancak sert bir rüzgar vardı. Kapılar kilitliydi, sadece aşağıdaki traktörün kapısı açıktı. Böylece orman içine geri dönüp yemek molasını orada, kuytu ve korunaklı bir yerde vermeye karar verdik. Kuytuydu ama çok da korunaklı değildi, ağaçlardan karlar davetsiz bir şekilde ziyaretimize geliyorlardı.


Bu kez ben, getirdiğim ton balıklı sandviçleri pek iştahla yiyemedim. Artık ton balıklı sandviç getirmeyeceğim, biraz ağır kaçıyor, balıktaki deniz kokusu pek hoş olmuyor. İyice ıslanmıştım, dizlerim ve ayaklarım üşüyordu, baldırım buz gibi olmuştu, yine de zoraki yedim. Burada Müslüm Öndeş bey elma ya da mandalina kabuklarının da yerlere atılmaması gerektiğini söyledi. Mesela orada yaşayan canlılar bunları yiyip rahatsız olabiliyorlarmış. Yani o bölgede mandalina olmadığından mandalina yiyen bir canlı rahatsız olabiliyormuş; bana oldukça mantıklı geldi. Sanırım temel felsefe şu ki, "Şehirden getirilen şehre götürülmelidir! Hiçbir atık geride bırakılmamalıdır." Ama ben yine de elmamın çok küçük bir parçasını, sapını, çaktırmadan ormanın derinliklerine yolladım! :) Aşağıdaki fotoğraf da ilginçtir. Tarlaya dikilmiş korkuluk misali duran yere eğilmiş dağcı Müslüm Öndeş beydir. Yağmur yağdığından yemeğini pançonun içinde yemişti. Biz her baktığımızda Müslüm beyin ne yediğini bile tam göremedik. İskender Kebap bile yemiş olabilir!.. Aslında bu ıslak halime rağmen İskender olayı benim o andaki hayalimdi galiba! :) Bir Uludağ Kebapçısı yapmam lazım artık!..



Yol boyunca şiddetli yağmur yağdı, karla karışığa dönüştü; sonra sulu ağır kar yağdı, ağaçlardan kar çığları düştü, tipimsi bir şey oldu, 1750'lik zirvede güneş açtı. Bir ara güneş o kutsal yüzünü benim makineme bir ağacın gövdesinin ardından gösterdi. Bu harika görüntü bana ıslaklığımı unutturdu; doğa yetenekli bir doktordur ve bazen insanı aniden iyileştiriverir!.. Aslında aşağıdaki görüntü bir artı işareti gibi bir şey de olmuş. Yoksa ilahi güçlerden doğal bir e-mail geldi de okuyamadık mı nedir? :)





Yer yer açık alanlardan geçtik ve de uzaklardaki dağlık manzaralar ufku kapladı. Pek çok yerde kar vardı. Kar, baharda bereket demektir!.. Civarda çıkılabilecek pek çok güzel dağ ya da tepe gördüm.


Zaman zaman molalar verdik. Aşağıdaki resimde Müslüm Öndeş beyle Faruk görülmektedirler. Yol boyunca pek çok yiyecek paylaşıldı. Bunlar arasında kuru kaysı, besni üzümü, çikolata, yaban mersini gibi şeyler vardı. Ben 2 elma getirmiştim, birini yedim ötekini isteyene verdim. Normalde elmamı, özellikle Amasya elmamı kimseyle paylaşmam, ama bu etkinlikte ıslaklıktan dolayı iştahım azdı ve bir amasya elmamı vermek zorunda kaldım! :)



Yürüyüş ekibinin performansı doğrusu beni şaşırttı. Ne zaman arkama baksam neredeyse tam kadro ekip arkadan gelmekteydi; sadece dik tırmanışlarda orman içinde uzunca sayılabilecek kopmalar oldu. Müslüm beyin orman içi dik çıkışlarda iletişim metodu olarak kullandığı sözcükler "Oho, ho ho!" gibi sözcüklerdi. Geride kalanlara seslenerek onlara yön veriyordu, ayrıca "Her şey okey mi?" bağlamında da bir şeydi bu sanırım. Etkinliğin sonunda millet Türkçeyi unutacak diye korktum!!.. :)




Yahya Kabak bey her zamanki "İyimserliğiyle" ve "Pozitif düşünmesiyle" "İyi ki geldik, iyi ki ormandayız, harika, harika," diye yüksek sesle konuşuyordu. Orman içindeki açıklıklardan geçerken pek çok kurt izi de gördük. Bunların izleri köpek izlerinden büyüktür. Herhalde burada Kurtlarla Dans şeklinde bir şey ya da bir mücadele olmuştu. Çok sayıda iz dağınık halde etrafa yayılmışlardı. Bir gün doğada bir kurt görmeyi isterim, karnı tok bir kurt tabii ki! Onlar çok gizemli canlılardır; aslında gizemli olan her şey ilgimi çeker; gizemli insanlar da vardır, yaşamlarını, gerçekte kim olduklarını, ne yaptıklarını, ne hissettikleri iyi bilmeyiz, gizleyicidirler, gizlidirler ve onlar da bizim dikkatimizi çekerler. Yürürken tek başına olan bir kurt izi daha gördük; kurtlar yaşlanınca gruptan ayrılır tek başlarına dolaşırlarmış; bu elbette çok zorlu bir hayat olmalıydı.





Yolumuz üzerinde toplamda 2 çeşmeye rastladık. Bu aşağıdaki çeşmenin suyu biraz topraklı ve yosunlu gibi geldiğinden içmedik, yani ben içmedim!.. :)



Rotamız üzerinde bir de Tavşan Kayalıkları diye bir yer vardı. Burada sessiz yürünürse tavşan görmek mümkünmüş. Tavşanların izleri de ilginç. 2 tane yatay ayak izi bir de hemen önde 2 tane dikey iz var. Böylece artık tavşan izi nasıl ayırt edilir öğrenmiş bulunmaktayım. Yine bu bölgede ayı izleri gördük. Ayı izleri oldukça büyüktü, pençeleri görülebiliyordu. Müslüm Öndeş bey ayı saldırısına uğrayıp yüzünden parça kopmuş birisinin hikayesini anlattı. Ayılar köpekbalıkları gibi insan yemezler fakat saldırırlarsa bir ya da birkaç parça koparıp giderlermiş!.. Bu tür saldırılar çok çok enderdir ve genelde tekken olurlar. Kötü yerde kötü zamanda kötü anda bulunmak gerekir. Ayıların yavruları da yere oturduklarında ilginç bir iz bırakıyorlar. Kendimi bir an için Dersu Uzala filmindeymiş gibi hissettim. Akira Kurosawa'nın enfes bir filmidir bu. Burada bir Rus haritacı ekibi Mançurya ormanlarında araştırma yaparlarken Dersu Uzala ismindeki bir bilge avcıya rastlarlar ve ondan çok şey öğrenirler. Doğrusu Dersu Uzala gibi biriyle bir kaç ay ormanda dolaşıp ormanın bilgeliklerine, esrarengizliğine dair çok şey öğrenmek isterim. Bazen benim zihnimin süngerliği tutar ve duyduğum her şeyi sünger gibi çekip biraz da akıl süzgecimden geçirerek yapıma alırım. Bu yukarıdaki güzel filmi şu aralar yine seyretmek, oradaki sonsuz sakinliği yeniden yaşamak istiyorum.







Bir ara yağmur durmuştu ve çok hoş, sıcak bir hava vardı ya da biz biraz ısınmıştık. Tavşan kayalıklarından itibaren karla karışık yağmur şiddetini artırdı; rüzgar da yüzümüzü dövüyordu, yağmurluklarımızı uçurtma gibi uçuruyordu; alacakaranlık çökmeye başlamıştı. Hava 1 dereceye kadar düşmüştü. Minibüse geldiğimizde kaptan Ahmet bey bize tüpte Çay yapmıştı. Herkese çay verildi. Ben çay pek sevmem ama içim ısınsın diye içtim. Yol boyunca yanımda oturan Abidin beyle yine değişik konular ve elbette malzemeler üzerine konuştuk. 280 liraya aldığı pantolonun ıslandığından şikayet ediyordu ve pantolona o kadar para verdik, kandırıldık diyordu. Benim minibüste oturduğum yer baya kötüydü, teker üstüydü ve önümü göremiyordum. Vites kolundan buz gibi hava esiyordu; kaptan da eliyle havayı kontrol edip şaşırdı, bu kadar esmemesi lazım dedi ve bana hak verdi; ayakkabılarımı çıkardım, Gautama Buddha misali bağdaş kurdum ve de ıpıslak ayaklarımı avuçladım, ısıtmaya çalıştım!.. Sanırım vücudum üst üste katıldığım ve de her seferinde ıslandığım etkinliklerden dolayı şikayete başlamıştı. Eve geldiğimde de gözlerim iyice kızarmıştı, bana bir uyarıydı bu!.. Bu uyarıya uzunca sıcak bir duşla yanıt verdim. Galiba ben bile bile lades olayını çok sık yapıyorum! Yani pamuklu atlet ya da atlet giyilmemesini gayet iyi bildiğim halde inatla atlet giyiyorum ya da ıslanan kadifeyle, su geçiren yağmurlukla geliyorum, yürürken 2-3 litre su içmem gerektiğini de çok iyi bildiğim halde yarım litre içiyorum. :) Ya inatçıyım ya da sınırları gereksiz yere zorluyorum.

Şu an bu yazıyı yazarken dışarıda sert rüzgar uğulduyor, ara sıra yağmur serpiştiriyor ve galiba bu kez de hastalanmaktan kurtuldum gibi, bu bana verilen üçüncü şans! :) ODTÜ DKSK'nın bir etkinliğinden dönerken yanımda 2 saat boyunca oturan Mert de Domuz Gribiydi. O zaman oradan grip kapmadığımdan 4. kez şans verildi demeliyim!.. Şans her zaman sağanak halinde yağmaz, an gelir kuraklık başlar!..



Cumartesi günü ben Dikmen caddesi 508'de bulunan Alpinist mağazasına gitmiştim. Orada ODTÜ'den arkadaşım Erkan çalışıyordu ama geçen hafta ayrılmış. O cadde de ne biçim bir caddedir, git git bitmiyor, şehirlerarası yol gibi uzun; bir ara ben herhalde Adana'ya yaklaştım diye düşündüm!.. Mağazada 200 Euroluk "Şelale Yağmurluğu" vardı, yani güya şelale altında bile ıslanmazmış, emin olmadığım için almadım; ilginç bir kumaşı vardı. Fakat oraya gittiğim iyi oldu; 1 saat kadar mağazada dolaştım, her şeyi elledim! :) Yüksek irtifa dağcıları için yapılmış kaz tüyü kırmızı koca eldivenleri taktım elime, mikro polar içlikleri giyip denedim, uyku tulumlarını, kafa lambalarını, her şeyi tek tek inceledim. Bu tür mağazalar bana hep büyülü gelirler; ürünleri incelemek, ne işe yarıyorlar diye tahminde bulunmak çok hoştur. Sahibi de efendi bir adamdı; her şeyi karıştırmama bir şey demedi ve hatta yine bekleriz dedi!..



Evet, bir etkinlik de böylece sona ermiş oldu. Müslüm bey de Salim bey gibi sıkı yürüyüşleri seviyor; yaklaşık 15 Km kadar inişli çıkışlı yol yüründü. Gerçi Abidin Demirkaya bey "Çok hızlı yürüdük, doğanın güzelliklerini hızlı hızlı gördük, çok iyi algılayamadık, yoruldum" diye bir sitemde bulundu ve de "Yağmurlu havada yürünmez, işkence oluyor" sonucuna vardı! :) Esasen gerçekten de yağmur çok ıslak, çok gıcık bir olay! :) Yaz gibisi yok. Yaz, özgürlüktür! Yağmurdan ben de pek hoşlanmıyorum. Gece sabaha kadar yağsın ama gündüz yağmasın!.. Yazın çabucak gelmesini ve de bizi güneşin sıcak ışınlarıyla selamlamasını hayal ediyorum... Ne demişti ünlü komutan, Hun imparatorluğunun hükümdarı Attila: "Biz güneşin peşindeyiz!"



Bu arada ODTÜ DKSK'yı bu sene bırakmaya karar verdim. Bir başka sene yeniden dönerim başlanılan işi bitirmek için!.. Meşhur bir Japon atasözü var: Nana Korobi Ya Oki, yani 7 kere düş, 8 kere kalk!.. Evet, düşmek önemli değildir, kalkmak önemlidir. Gerçi bunun konuyla 1 alakasını henüz bulamadım! :) Tamam, şimdi buldum: Bir işi 7 kez bırakabilirsiniz, önemli olan, 8. kez başlayıp işi iyi bir şekilde bitirmektir, yani sebattır, işi sonuna dek kovalamaktır!..



Yazılarıma çoğu kez yabancı müzik videoları koyuyorum. Hani yabancı hayranı "Con con" takımından zannetmesinler beni diyerekten bu kez Selda Bağcan'dan yöresel bir güzel müzik koyuyorum!! :) :)



Sivasın Yollarına, Çıkayım Dağlarına..



Selvi boylum salın da gel



Bir bakışın ömre bedel



http://videoizle.video75.com/xambI6sZNAN/selda-bagcan-sivasin-yıllarina/



Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment