Saturday, February 6, 2010

ADKK Etkinliği -7


Bugün, yani 7 Şubat 2010 günü, Dünya Öykü Günü'nden 1 hafta önceki Pazar günü Ankara Dağcılık Kayak ve Kış Sporları İhtisas Kulübü ADKK grubuyla Işık Dağı Doğa Yürüyüşü'ne katıldım. Bu yazımda bu yürüyüşten edindiğim izlenimleri aktaracağım.

Kışın Işık Dağı, 4000-5000 metrenin üzerindeki yüksek irtifa dağları için faydalı bir egzersiz sağlar, kondisyon yükseltir, kasları diri tutar. Ayrıca Işık Dağı'na aynı gün 2 kez çıkarsanız 4068, 4 kez çıkarsanız toplamda 8136 metrelik irtifa eder! :) Bu da Himalayalar'da bulunan ve dünyanın 9. yüksek dağı Nanga Parbat'tan 10 metre daha yüksektir; tabii oksijeni de iyice azaltmak lazım bu simülasyon için!.. Müslüm hoca, Tunç Fındık'la Nasuh Mahruki'nin Işık Dağı'nda birkaç kez inip çıkmak şeklinde egzersiz yaptıklarından bahsetti bugün.




Bu yükseklik olayını bir kaç kez yazmıştım. Dağların yüksekliklerini çıkılmaya başlanılan yerden itibaren ölçmek gerekir. Yani siz arabayla, atla, eşekle, katırla 5200 metreye geldiniz diyelim, ki Everest ana-kampı böyledir, bu bakımdan Everest benim gözümde 3648 metrelik bir dağdır!.. Bu hesabın bütün dağlar için ekspedisyon bazında yapılması daha gerçekçi olur. Erciyes Dağı 3917 metredir; 2150. metrede Erciyes Kayak Merkezi var. Ana kamp buralardaysa, tırmanış buralardan başlıyorsa, dağcı için o dağın yüksekliği tırmanış bağlamında 1767 metredir. Kısacası 1767 metre Erciyes'in "Tırmanış Yüksekliği"dir ve de 3917 metre ise Erciyes'in "Oksijen Yüksekliği"dir. Ben aynı mantığı takvimlerde de kullanıyorum. İsa'nın doğumu yerine Mısır hanedanından birilerini seçersek, 21. yüzyılda değil belki 31. yüzyıldayızdır. Bu referans noktası bize daha gerçekçi bir bakış sağlar. Belirli bir medeniyet tarihinden bu yana 21 değil, 31 yüzyıl, 41 yüzyıl geçmiştir ve insanoğlunun tarihteki ilerleyişi, bu kadar uzun bir zamanı düşünürsek hiç de hızlı değildir, tam tersine yavaştır.



Konumuza dönecek olursam, geçen yazımda bahsettiğim hortumlu su torbasını aldım!.. Sağlıklı olduğuna hiçbir şekilde ikna olmadım ama özellikle kış ve yağış koşullarında gerekli olduğuna inandığım için aldım; fakat bu düşüncemin yanlışlığını birazdan anlatacağım. Source Widepac 3 diye bir markayı aldım. Sağolsun Faruk daha önce hiç gitmediğim Dağdaş ve Av Market gibi mağazalara götürdü beni. Bunu, avcılık malzemeleri satan o Av Market'ten 45 TL'ye aldım. Zarf kapak sistemi var, sürgüyü çıkarıp elle içi temizlenebiliyor. Bunların üzerinde "Glass-Like Material" yazar; hikaye de olabilir tabii, ama cama yakın pürüzsüzlüğe sahip olduğu iddia edilir; doğru mudur ancak mikroskopla bakarak anlaşılabilir!.. Bunlarda sızdırmazlık önemlidir yoksa çanta berbat olur, bir de çok daha kötüsü susuz kalınır!.. PVC ya da poliüretan olmadığı için koku da yapmayacağı söyleniyor. Denemeden hiçbir şeyin gerçekliğine ulaşılamaz; Budizm'in kurucusu Gautama Buddha da bize bunu tavsiye eder, kendi yaşantınla dene der yani dogmatik olma!.. Dene ve gör ya da dene ve göç!.. :)


Bu arada benim hortumlu su torbası dediğim şeyleri Camelback denen sırt çantalarında daha çok bisikletçiler kullanmaktadırlar. Bunların 3 litreliklerini almak mantıklı geldi bana, çünkü 3 litreliğe 1 litre su da koyabilirsiniz ama 1 litreliğe 3 koyamazsınız! :) Yazın bu torbaların içine buz da atılabilir; hatta çiğ yumurta bile kırılabilir diyeceğim ama pek tavsiye etmem!.. :)


Bugün sonuç ne oldu? Hortumu aldım, içime çektim, hiçbir şey gelmedi. Meğerse silikon ağızlığı hafifçe ısırmak gerekiyormuş; silikonlu şeyleri esasen hiç sevmem, ağızlıkta da plastiksi bir tat var. 1-2 saat kullandıktan sonra hortumdaki su dondu!.. Müslüm hoca bunların kış için uygun olmadıklarını, Yahya hocamınki gibi izoleli hortumu olsa bile ciddi soğuklarda donacaklarını ve hatta patlayacaklarını, bahardan itibaren kullanılmaları gerektiğini anlattı. Kendisininki de vakti zamanında donmuş, patlamış. Kış için termos ve matara öneriyor. Ben şunun farkına vardım ki suyu emdikten sonra eğer hortumdaki suyu geri üfleseydim hortumda su kalmayacak ve donmayacaktı. Bir hata da ılık su koymakla yaptım; ılık-üstü, sıcağa yakın su koymak gerekirmiş soğuk havalarda. Bu benim ilk tecrübemdi ve de olayı kavradım, gerekli düzeltmeyi en kısa sürede yapacağım. İnsan doğru yolda hızlı bir şekilde hızlı düzeltmeler yaparak ilerleyebilir. Bir zamanlar pek hoş bir çizgi film vardı: "Hop hop hop, değiş tonton," derdi, kahraman farklı bir biçime girerdi, yani çözümler hızlı ve etkin bir şekilde bulunurdu!.. Değişimi hızlı yapınca sorunlar da hızlı çözülürler.


Aşağıda etkinlik sonrası soğutma hareketleri görülmektedir.





Ben bu sabah suya limon suyu ve tuz kattım; bir de Faruk'un tavsiyesi aklıma geldi, şeker de ilave et demişti ama tadı bozar diye koymadım. Malzeme olaylarını bu yazıyı okuyanlara da yararlı olabileceği için yazıyorum. Bu bağlamda aldığım 2 su matarasından da bahsedeyim. Bunlar bir Amerikan markası olan Marmot su mataraları. 1 litrelik; üzerlerinde ölçekler var; geniş ağızlı olduklarından içine meyve ya da çorba bile konabilir. Çok sertler ve de içlerine 100 derecelik kaynar su bile rahatça konabilir (ama ben koymam şahsen!) Bunlardan bir tane de arabaya aldım, pet şişelerden daha iyiler ve ayrıca çevreciler. Çevreci olmak zorundayız, yoksa gelecek kuşakları bırakın kendimize bile güzel bir çevre bırakamayacağız!.. Ülkealandaki K2 mağazasından 25 TL'ye aldım bu mataraları; 30'du, 5 liralık bir indirim yaptı. Uzun yıllar kullanabileceğimi düşünüyorum.


Aşağıda Yahya hocam zirvede görülmektedir.




Cumartesi Ankara'da pırıl pırıl bir güneş vardı, ama soğuktu. Araba yıkama yerlerinde kuyruklar oluşmuştu çünkü günlerden beri ilk kez açık ve kuru bir hava vardı; ben 1.5 saat yıkatma için bekledim!.. Ankara'dan sabah 7.45'te CHP önünden Yahya hocamla minibüse bindik. Bu haftaki etkinliğe 7 kişi katıldı; bu hafta bayan katılımcı yoktu; önceki kadrolardan hastalananlar olmuş, herhalde ayakları ıslandığından şifayı kapmışlar!.. Ben önden 4. sıraya oturdum, herkese bol bol yer vardı!.. Kızılcahamam'da her zamanki mola yeri olan Mevlana'da durmadık, doğruca Işık Dağı Soğuksu Dinlenme Tesislerine gidip orada simitle çay içtik; kahvehaneci adam bu sene hiç kar yok dedi, ama yanılıyordu, daha doğrusu önceki senelere göre daha az kar var demek istiyordu adam!..




Kızılcahamam'ı 3 Km kadar geçince sağa doğru giden bir yol vardır; bu yol, Çankırı'nın bir kazası olan Çerkeş ayrımıdır. Bu ayrıma Sey hamamı ayrımı da denir. Buradan kıvrımlı bir yoldan yukarı çıkınca bu dinlenme tesislerine gelinir. Ankara'dan 110 Km uzaklıktadır, oldukça yakındır yani. Çaylarımızı içtikten sonra yola devam ederek 3 Km sonraki Işık Dağı sapağında durduk. Işık Dağı sadece Kızılcahamam'da yok. Akdeniz'de de bir tane var. Oradaki bundan 900 metre daha yüksektir.


Bizim gideceğimiz dağın bir kötü yanı zirvede vericilerin ve bir de bir telsiz binasının olmasıydı. Yani bu dağa giden bir ticari yol da var!.. Yazın bu bölgede piknikçiler sık sık yangın çıkardıkları için yangın gözetleme kulesine de sık sık iş düşer!.. Elbette kışın buralarda tek tük dağcı/kampçıların dışında kimsecikler olmaz. Burada bir de Taşpınar Kanyonu denilen bir yer var. Ben burayı henüz görmedim ama görülmeye değecek bir yer sanırım. Kanyonlar ve Kanyon geçişleri benim doğa aktivitelerinde en çok sevdiğim yerlerin ve işlerin başında gelir. Salın yaylası devamında yer alıyor bu bahsettiğim kanyon, Beşkonak köyüne kadar uzanıyor. Dere tabanlarında yapılan trekkingler dağ tırmanışları kadar zevklidir. Havanın özellikle sıcak olduğu zamanlarda kanyon geçişleri çok isabetli seçimler olur. Çerkeş Taşpınar Kanyon yürüyüşü olursa gitmeyi isterim. Tabii bu kanyon ne kadar derin, ne kadar dardır hiçbir fikrim yok ama bir kanyon ne kadar derin ve dar olursa o kadar güzel ve esrarengiz olur. Yol boyunca Belpınar Köyü sucukları levhaları da gördük ve biraz acıktık, yani ben acıktım!..




Sapak karlı olduğundan Ahmet bey minibüsle girmedi. Yol kenarında inip saat 10.00 gibi yürüyüşe başladık. Sıcaklık -4 dereceydi; yükseldikçe düşmeye başladı. Kuzeybatı rotasında toplam 6 saat kadar sürecek yüksek performans ya da mukavemet gerektiren zorlu, ama zevkli ve doyurucu bir ""derin kar yürüyüşü" oldu. Bu seneki en sıkı yürüyüş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. ADKK Dağcılık Kaptanı Müslüm Öndeş önde karda izi açmaya başladı. Bir dere geçtik. Yukarı doğru hafif tırmanış başladı. Hedefimiz öncelikle Şehitler Çeşmesi'ydi.



Yol boyunca rüyamsı kar manzaraları başladı ve Yahya hocam meşhur sloganı olan "Yaw arkadaşlar, iyi ki gelmişiz, iyi ki geldiniz, iyi ki beraberiz" cümlesini söylemeye başladı ve değişik zamanlarda herkes bunu söyledi. Zaman zaman güneş açıyor, kar kristallerinde harika yansımalar yapıyordu; yayla geçişlerimizde ufka bakarken gözümüze sanki binlerce inci tanesi yerlere saçılmış gibi görünüyorlardı. Doğanın hazineleri, adeta bize kendilerini göstermek için çırpınıyorlardı, güzellikleriyle göz kırpıyorlardı.




Müslüm hocanın fotoğraf makinesi sanırım Zigana'da soğuktan arızalanmıştı; fotoğraflar için benim makine kullanıldı. Bir de Kubilay beyin makinesi vardı. Zaman zaman çok kısa su ve "incelip-kalınlaşma" molaları verdik. Kuşburunları donmuş ve sertleşmişlerdi. Soldaki ticari yolda birileri biraz yürümüş sonra geri dönmüşlerdi. Zirveye doğru yol alan bizden başka hiçbir grup yoktu. Ayrıcalıklı bir şekilde yol alıyorduk; herkes uyumluydu ve neşeliydi; en zor anlarda bile espriler yapılabiliyordu; benim sevdiğim bir davranış biçimidir bu, ve harmoni, doğal bir uyumluluk her alanda huzurun da kaynağıdır.




Yol boyunca gördüğümüz ilk çeşme neredeyse karların altında kalmıştı. Şehitler Çeşmesi'ne de yaklaşıyorduk. Ekip düzeninde yürüyüş yapılıyordu.


Uzaktan çeşme göründü. Çeşmenin Türk bayrağı rüzgardan zaman içinde yırtılmıştı.





Bu bayrak en azından 2-3 yıllık bir bayraktı ve eskiydi. Yahya hocam çantasından gıpgıcır bir Türk bayrağı çıkardı ve bunu değiştirelim dedi. Önce Mustafa bey bayrak için uğraştı. Sonra Müslüm bey de eldivenleri çıkarıp -5 civarında olan havada çıplak elle 15 dakika kadar bayrağın oraya takılması için uğraştı ve sonuçta en yukarıdan ikinci fotoğraf elde edildi!.. Artık istikamet Işık Dağı'ydı ve gerçek dağcılık, daha doğrusu ona yaklaşan bir aktivite başlıyordu. Işık Dağı'nın ormanları zirveye oldukça yakınlardı.



Yarım saatlik bir yükselmeden sonra aşağı indik; feci bir rüzgarın estiği boğazdan geçtik; buradaki sert rüzgar kurşun gibi insanı deliyordu; sanki birileri uzaktan ok fırlatıyorlardı, kızılderililer değil de rüzgarderililer ok atıyorlardı; o nedenle bu boğazı neredeyse koştura koştura geçtik. Buradan geçişe hazırlıksız da yakalandık sayılır, özellikle Tevfik bey "donduk" dedi, sadece tek katmanla geçiş yaptı buradan. Kendisi de bir damat adayı ve yakında evlenecek. Bu vesileyle ona huzurlu ve mutlu bir evlilik hayatı diliyorum ve tebrik ediyorum.


Yolda Müslüm bey ağaçlardaki karlardan su ihtiyacını dondurma yer gibi temin etti!.. Cebinden öğütülmüş fındık çıkarıp kar dondurmasının üzerine serpseydi şaşırmayacaktım! :)



Kar giderek derinleşmekteydi. Durum gerçek manada nasıldı derseniz aşağıdaki fotoğraf her şeyi anlatmaktadır. Bu fotoğraftakinden çok daha derin yerler vardı.




Ben çok kısa bir soluklanma molasından yararlanıp çaktırmadan öne geçerek kar izi açmaya başladım. Bu benim en çok sevdiğim, her zaman gönüllü talip olduğum şeylerden biridir ve sevdiğim şeyleri yapmayı her zaman isterim. 80 derecelik bu tırmanış etabı yürüyüşün en zorlu ve aynı zamanda en zevkli bölümüydü.


1. zorlu bölümde ben kar izi açtım; 2. ve daha zorlu olan bölümde de zirveye kadar Müslüm hoca iz açtı. Ben bir ara göğüs hizama kadar kara battım. Buralardan çıkmak hiç de kolay olmuyor. Sağa sola doğru 10-15 kadar darbe vurup yeri genişletip, sonra etraftaki karları aşağı hızla yığarak çıkabiliyor ancak insan. Bir ara batonumu batırdığım yerde batonum dibe değmedi, ki ben batonumu en yükseğe ayarlamıştım. Bu etapta Kubilay beyin batonu da göçtü!.. 10 liraya aldığı bir batondu bu. Ben de onu K2 mağazasında görüp beğenmiştim!.. Batonun ucunda lambası var, pusulası var, baston gibi sapı var, ama cidden uyduruk bir şey!.. Kubilay beyin aslı batonları sanırım evde kalmış. Malzemede imkan varsa en iyisini almaya çalışmak gerek. Benim son aldığım pek çok malzemeden memnun kaldım; La Sportiva ayakkabım su almadı, Alpinist tozluğum gayet iyi, High Mountain pantolonum çok iyi, ama yağmurluk ve dış katman kesin lazım. Lafuma eldivenime 105 vermiştim, içi hiç ıslanmadı ama baya üşüttü, her zaman fazla para bayılmak çözüm de üretmiyor; doğru marka ve modeli bulmak gerek. Parmaklarım baya dondu!.. Ancak inişte ısındılar.



Bu etap epeyce bir "güç tüketici" ve yorucu oldu. Yukarıdaki fotoğrafta Müslüm bey 4x4'lük Bestard marka ayakkabılarıyla zirveye doğru kara gömülerek kararlılıkla ilerlerken görülmektedir. Bu son 150 metrelik kısımdı. Bazen bir kaç dakikada ancak 1 metre ilerleyebiliyorduk. Daha önceki yıllarda kar bundan da fazla olduğundan bu aylarda hiç zirve yapılamamış; bugün zirve bize nasip oldu. Ankara'dan ADKK dışında başka hiçbir grup da bu zorlu etabı bu mevsimde ve bu kar derinliğinde yapmamış sanırım. Bizim çıktığımız yer Işık Dağı'nın en dik yeriydi. Orman içinden çıkmak zorundaydık çünkü şiddetli bir rüzgar vardı. Zirvede hava sıcaklığı -15 dereceye kadar düştü; tozlukların kenarları dondu. Aşağıdaki fotoğraf ise ekibin zirveye son 50 metre kalaki anında çekildi. Bu fotoğrafları çekerken eldivenimi çıkardığımda ellerim baya bir donuyordu!..



Buz gibi bir rüzgar vardı. Dağcının gerçekten de müthiş düşmanıdır rüzgar. O rüzgarda 1-2 saat kalsa insan kalıplaşabilir! :) Zaten verici direklerinde muhteşem donma olayları, harika bir görsellik vardı. Bunların resimleri benim Picasa Albümlerimde mevcuttur. Zirvede fazla durmadan fotoğraflar çektirip inişe geçtik. İnişte saat 14.30 gibi ana yemek molasını verdik. Ben yol boyunca "Keşke Ezo Gelin çorba olsa da içsek" diyordum. Mustafa beyin,"İsteyene Ezo Gelin Çorbası verebilirim!" demesine şaşırdım ve sevindim. Herhalde Tanrı'nın iyi bir kuluyum ki dağ başında çorba derken bir anda sürpriz bir şekilde karşıma çıktı. :):) Bir dahaki sefere başka bir dilekte bulunayım. Mustafa beye ikramdan dolayı teşekkür ediyorum. Daha önce de siyah üzüm ve ceviz ikram etmişti. Bir şey daha aklıma geldi. Mürsel beyin İPhone cebiyle onun fotoğrafını çekerken ince eldivenle birkaç kez ekrana bastım çalışmadı, çıplak elle ekrana dokununca çalıştı; bu da ilginçti; ısıya duyarlı mıdır nedir bu iphone denen alet!.. Ana yemek molasında Yahya hocamın portakallı kekleri de güzel gitti.


Yeniden yola çıktık ve saat 16.00 gibi Işık dağı sapağına ulaştık. Müslüm bey yolu uzatalım mı dedi, hiç kimseden ses çıkmadı! :) Sabahki dinlenme tesislerine gittik, sobanın etrafında çay içtik, simit yedik, biraz maça baktık; ben patatesli pide ekmeği yedim. Buranın simitleri de araba direksiyonları kadar büyüktü. Yahya hocam kahvehanedeki insanlara bakarak büyük bir içtenlikle "Yaw arkadaş, memleketimin insanlarını seviyorum ya," dedi. Sık sık otobüsler geliyor ve bir anda kalabalıklar bazlama ekmeklerini kapış kapış alıyorlardı. Ben de eve 3 tane aldım; sabah tereyağ ve balla yemeyi hayal ediyorum! :) Açım, gerçekten açım!.. Cevizli kabak tatlısı olsa şimdi...


Güzel bir etkinlikti. Rehberimiz Müslüm hocayı ve ekipteki arkadaşları kutlarım. Yazımı yine güzel bir müzikle noktalayayım. Dünyanın en güzel filmlerinden biri olan Dr. Zhivago filminin müziklerindendir: Lara's Theme. Bu filmde Dr. Zhivago zaman zaman daldığında bu müzik çalar; mesela kar tanelerine bakarken çalar; büyülü bir müziktir ve doğadayken benim zihnimde sık sık çalar, değişik yazılarımda da bu müziği sıkça veririm.





Bir de Ferdi Tayfur'dan bir arabesk, Bağbozumu:):)


Bir Bağbozumuydu gidişin...


sensizlik çöküverdi...



http://videoizle.video75.com/7VdlgfjuLTp/v-ferdi-tayfur--bag-bozumu-v-by/




Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment