Monday, October 5, 2009

ADOG Etkinliği -1


4 Ekim 2009 Pazar günü, yani dün ADOG grubuyla Gerede yaylaları yürüyüşüne katıldım. Bolu'nun yaylaları meşhurdur ve boldur. Bu bölgede yaklaşık 300 kadar yayla bulunur. Dağlık ve yüksek bölgelerdeki bu platolar yemyeşil ve verimli düzlüklerdir. Hava güneşli ve güzeldi; rüzgar neredeyse yoktu; yaylalarda dahi tişörtle yürünebiliyordu. Şimdi bu geziden aklımda kalanları buraya aktaracağım.

ADOG'un açılımı Anadolu Doğa Grubu'dur. Daha önce ben bu grubu Ankaralı Doğa Gezginleri olarak biliyordum. Grubun başkanlığını Salim Erdal yapıyor. Bu yayla yürüyüşüne bir de amaç eklenmiş: "Barış ve Şiddetsizlik Adına Yürüyüş." Küresel olarak şöyle bir etkinlik yaratılmış: "Marcha Mundial Por La Paz Y La No-Violence." Bu yürüyüşler 2 Ekim 2009'da başladı ve 2010 yılının 2 Ocak günü sona erecek. Barış ve nükleer silahsızlanma için toplamda 160 bin km yürünmesi planlanmış. Daha ayrıntılı bilgi şu web sitesinde mevcut: http://www.theworldmarch.org/. Bu yürüyüşün başlangıç tarihi çok anlamlıdır. 2 Ekim sevgili Gandiji'nin (Mahatma Gandi'nin) doğum günüdür ve aynı zamanda da Uluslararası Şiddetsizlik günüdür!.. Gandiji ya da Bapu, benim dünya tarihinde en çok sevdiğim birkaç müstesna insandan biridir; onun barışçıllığına ve yüksek ahlakına hayranım.

Yayla yürüyüşüne dönecek olursam, etkinlik Dorukkaya otelindeki kısa bir moladan sonra Kuzeye giden yola saparak başladı. Yürüyüşün başında 300 metrelik bir vadi çıkışı vardı. Bu çıkış yeri Karabük'e giden yol üzerindedir, Gerede'nin kuzey doğusuna düşer; bu yol devam edip Samsun'a kadar gider.


Çıkış öncesi ormanın başladığı yerde kısa ısınma hareketleri yapıldı. Bu vadi sakin, huzurlu bir vadiydi ve benim en çok sevdiğim tarzda olan yerlerdendir; kuşburnu, böğürtlen gibi çeşitli meyve ağaççıkları vardı. Kabalak denilen yeşil yapraklar da boldu. Bunlar kabak yaprakları gibidirler, tüylü ve büyüktürler, su kenarlarında yetişirler. Zaman zaman kabalak tarlalarına rastladık. Yağmurlu günlerde bunların üzerlerinde enfes yağmur damlaları oluşur ve güneş vurduğunda inci gibi parıldarlar.
Yürüyüşün bu çıkış rotasında 20 dakika kadar sonra zorlananlar oldu; 4 kişi yürüyüşü yapamayacakları için otobüse, daha doğrusu midibüse geri döndüler. Burada bence güvenlik açısından o 4 kişiye ADOG'dan bir refakatçi vermek daha şık olabilirdi. Dönüş yolunda kaybolma riski sıfır dahi olsa (ki sıfır gibiydi) onlarla tecrübeli bir kişi midibüse dönüp tekrar gruba geri gelseydi iyi bir jest olurdu. Neden derseniz, bu geri dönecek olanların yüzlerine bakıp bedensel dillerinden "Acaba dönüş yolunu rahat bulabilir miyiz? Yolu şaşırmayalım? Dönüşte köpek, ayı falan çıkarsa?" şeklinde sorular sordukları anlaşılıyordu derim. Issız yerlerde kalabalıktan kopmak her zaman bir tedirginlik yaratabilir. Onların arasında bir ev hanımı da vardı. Bu arkadaşların geri dönmeleri elbette onlar açısından doğru bir karardı, çünkü o tempoda ilerlemeleri imkansızdı.


Toplam olarak 23 km yüründü. İnişli çıkışlı bir yürüyüş olduğundan bunun zorluk derecesini 30 km olarak düşünebiliriz. Kalın kar yürüyüşlerinde de 10 km yürüdüyseniz, bu bazen 20 km'ye bile denk gelir!.. 1870 metre kadar yüksekliklere çıktık sanırım ve bir yayla için oldukça iyi bir yüksekliktir bu.



1500 metre kadar yükseldikten sonra yolumuzun üzerine çıkan ilk yayla Afşartarakçı yaylasıydı. Afşartarakçı diye de bir köy var. Küçük, sevimli bir yayla göletini geçtik. Bu köyde eskiden kemik ve şimşir tarak yapılırmış. Google map'in http://maps.google.com/maps sayfasına girip Afşartarakçı yazarsanız ayrıntılı haritayı görebilirsiniz.





Yürüyüş esnasında çok sayıda kır çiçeği görmek de mümkün; bu çiçek tarlalarını görmek insana sevinç verir, çocuksu bir coşku yaratır. Ayrıca pek çok da çeşme vardır. Bu çeşmelerin bazıları çok hoşturlar, suları güvenle içilebilir; içlerinde oluşan yosunlar çeşmeye canlı bir renk katarlar. Yayla köylerinden geçerken köpekler havlar; bunlar çoğunlukla iriyarı çoban köpekleridir; kocaman kafaları vardır; biraz ürkütürler, ama yine de sevimli bir yanları vardır. Elma ağaçları da bahçelerde görülürler, elmalar kırmızı yüzleriyle bizi selamlarlar, güneşteki yansımalarda sanki bize göz kırparlar, "Gelin çürümeden bizi yiyin!" şeklinde mesaj gönderirler!.. Yerlerde kurutmak için patatesler serilidir. Köy içlerinde beyaz hindiler tavuklardan daha boldur; onlar yılbaşına kadar emniyettedirler, yılbaşından önce ormana kaçarlarsa yine emniyette olmaya devam edebilirler, ama bu kez de tilkilerin yıl başı ziyafeti başlar!..



Evlerin çoğu bakımsızdır; tenekelerden, tahtalardan çitler, çatılar yapılmışlardır, Latin ülkelerindeki gecekonduları andırırlar. Ama güzel ve bakımlı olan evler de vardır. Bazı düzlüklerde yılkı atlarına rastlanır. Tabiatta serbestçe dolaşan bu yabani atlara yılkı derler. Bazı çiftçiler atları besleyecek imkana sahip olmadıklarından kışın onları doğaya bırakırlar, yaz gelince yine yakaladıkları olur. Aynı atı yakalamaktan ziyade farklı atlar yakalanır ve yılkı atları sürekli sahip değiştirirler, bu da bence onlar açısından pek hoş bir durum değildir. En güzeli size özgürlük de veren sabit ve iyi kalpli bir sahiptir!.. Onlara epeyce yaklaştık, fakat çok sayıda insan olunca ürktüler. Aşağıdaki dede de elindeki baltayla odun kesmektedir ve sanırım kesme işine kısa bir süreliğine ara vermiştir!..


Yol boyunca pek çok yayla gördük. Herhalde 10 kadar yayla geçmişizdir. Bunlardan biri de Dikmen yaylasıydı. Ayrıca Ümit köyü ve Sungurlar yayla isimlerini de hatırlıyorum. Hacı Veli çeşmesini de gördüğümüze göre Hacı Veli yaylasından da geçmişiz demektir. Bu yaylaların her zaman bir levhaları olmaz. En son gittiğimiz yaylanın ismi ise yanlış hatırlamıyorsam Hasbeyler yaylasıydı.





Yürüyüş temposu oldukça hızlıydı. Yaklaşık 9 saatlik yürüyüşte sanırım toplam yarım saatlik bir mola verilmiştir; bu da 8.5 saat kadar iyi bir tempoda inişli çıkışlı durmadan yüründüğü anlamına geliyor. Olay doğaçlama bir şekilde bir trekkingden ziyade bir dağcılık ve biraz da bir dayanıklılık etkinliğine dönüştü diyebilirim.






Grupta 2-3 telsiz ve 2 tane de GPS (Küresel Konumlama Sistemi) vardı. Yol güzergahı GPS'e göre belirleniyordu. İlginç bir şekilde 2 GPS de bazen iki ayrı yönü gösteriyordu ya da ben öyle duydum, herhalde espri yapılmıştı. Biri kuzeye gidin derken öteki başka bir tarafı gösteriyormuş. :) Yürüyüş rotasından bazı sapmalar oldu. Bu sapmalardan dolayı midibüsle buluşma noktasına hava kararmadan ulaşamayacağımız anlaşıldı. Doğa yürüyüşlerinde en korkulan şeylerden biri karanlığın basması ve rotanın kaybedilmesidir. Bizim dün yaşadığımız olaya elbette kaybolma diyemem; Salim beyin de dediği gibi bir "rota sapması" ya da "geçici yön yitimi" oldu. Dolunaya rağmen ormanda hava karardığında yürümek çok zordur; üstelik 30 kişilik bir grupla fenersiz, ışıksız bu neredeyse imkansızdır.
Son etapta uzaklardan Gerede'yi gördüğümüz harika bir vadiye ya da kanyona geldik; kanyonun derinliği 1.5 km kadar vardı. GPS'ler bunu söylüyorlardı. Güneş muhteşem bir şekilde batıyordu, uzaklarda bulutlar da görünüyordu. Buradan aşağıya inmeye başladık, dik bir inişti ve birkaç yerde aşağı yuvarlanmanın mümkün olduğu riskli geçişler, çakıl tabanın üzerlerinde tuzak gibi duran oynak kaya parçaları vardı; bu noktalara tecrübeli bir kişiyi yerleştirip riskli geçiş için bir köprü ya da güvenlik şeridi kurulması risk azaltmak bağlamında faydalı olurdu. Köylülerden biri bize bu vadiden geçemezsiniz demişti; doğrusu gündüz vakit olsaydı bu vadiden aşağı inmek harika olurdu. Bir süre sonra çok doğru bir karar alınıp Hasbeyler yaylasına geri döndük.
Yarım saat kadar iyice kararmış havada midibüsün gelmesini bekledik. Planda Keçi kalesi de vardı, ancak hava karardığından bu kale artık bir başka zamana kaldı. Keçi kalesi Arkut dağının tepesindedir ve Gerede'den 5km uzaktadır. Hikayeye göre kale düşman tarafından çevrilmiştir ve kaledekiler de uyanıklık yapıp keçilerin boynuzlarına mumlar takmışlar, düşman karargahına doğru onları sürmüşler ve karşılarında büyük bir ordu olduğunu sanan düşman da kaçmış!.. Bu hikayenin tam tersi versiyonları da vardır. Bunların tarihsel gerçekliklerini bilemem ama bu hikaye keçilere tarihsel bir önem kazandırmaktadır!.. Keçi peyniri falan yerken keçilerin başka işlere de yarayacaklarını unutmayalım!..
Gece karanlığı yaylanın üzerine iyice çökmüştü. Yürüyüşte sırılsıklam olan sırtım serinleyen havada buz gibi olmaya başlamıştı. Ben şahsen bugünkü performansımı beğendim. Bunun en iyi göstergesi zorlu bir yürüyüşten bir sonraki gündür. Bugün de yine 10 saatlik bir zorlu yürüyüş olsa yapabilirim, bir hamlama ya da "öldüm-bittim-mahvoldum-vasiyetimi yazayım" durumu olmadı kısacası.


Yol boyunca pek çok kişiyle sohbet etme fırsatım oldu. Çok değişik meslek gruplarından gelen insanlar var, hepsinin değişik bir hikayesi vardı. Mesela maliyede çalışan bir bayan vardı, Şükriye Canpulat hanım, Bursa'ya tayini çıkmış; herhalde mükelleflerle fazla bir içiçelik olmasın diye bazı kurumlar rotasyona gidiyorlar ve memurlarını onlara hiç sormadan keyfi bir şekilde farklı yerlere atıyorlar. Elbette düzen değiştirmeyi gerektirdiğinden hoş bir durum değildi bu. Askerliğini Hakkari'de yapmış bir arkadaşla (Burak Şengül) oradaki anıları üzerine konuştum. Muhasebeciliğin yanında Elektronikçi de olduğundan fotoğraf makinelerini de iyi biliyordu. Hakkari'deki güzellikleri, gece görüşlü uçuşları bana anlattı; oradaki zorluklar onda iyi bir anılar zinciri bırakmış. Bu gerçekten önemli bir konuydu. ADOG'dan Salim bey de buna biraz deyinmişti; insan yaşamında geriye dönüp baktığında genellikle "lay lay lom" şeyleri değil zorlu şeyleri, mücadele ettiği şeyleri anımsar. Zorlukların güzelliği buradadır. Kemiklerimiz sert ve güçlüdür, çünkü yerçekimi bize zorluk çıkarır, bizi aşağıya çeker; biz, zorluklar sayesinde güçlenir, kuvvetleniriz; astronotlar yer çekimsiz ortamda kemiklerini özellikle korumak durumunda kalırlar, yoksa kemikleri yumuşar. Kolay hayat insanı yumuşatır, eritir; sağlam duruşu bozar. O yüzden halter kaldırmak iyidir! :)
Bir başka arkadaşla üşüme sorunu üzerine konuştum; ona aniden üşüme atakları geliyormuş ve doktorlar henüz sebebini bulamamışlar, belki de sadece psikolojik bir şeydir; panik atak türü bir şey de olabilir. Bir ara kendi başına yürüyen bir yabancı gördüm; çocuk biraz yalnız kalmış gibi hissettim ve yanına gidip "Hi, where are you from?" diye sordum ve o da "Ben Almanya'danım dedi!" Kendi kendine gayet güzel Türkçe öğrenmiş; Hacettepe üniversitesinde doktora yapıyor. İsmi Florian'mış, ilginç bir isim, sanırım Latince kökenli bir isim, Florianus'tan geliyor. Florian'la Münih'teki muhteşem peri masalı Neuschwanstein şatosu, Bavyera ormanları, Heidi ve Hitler üzerine konuştuk. Herkesin değişik hikayelerini kısa kısa dinledikten sonra yürüyüş sonundaki muhteşem aya baktım ve aşağıdaki fotoğrafı çektim.
Yayla evlerinde en mükemmel zaman gecelerdir bence. Köylüler kafalarına madenci ışıklarından takıp yürürler; tatlı bir sessizlik olur; orman içinden gizemli kuş sesleri gelir. Köylüler birilerini gördüklerinde mutlaka bağırıp hoş geldiniz derler; hepimizi çaya bile davet ettiler. Yaylalarda müthiş temiz bir hava vardır ve insan buralardan güzel bir ev alıp orada hafta sonları kalabilir; şehrin çirkinliklerinden, gürültülerinden kaçıp sığınılacak yeşil bir limandır buralar. Ankara'nın iyi yanı bu tür yerlere yakın oluşudur. Gerede yolu da otobandır, güzel bir yoldur.

Türkiye'nin çok güzel doğal yerleri var ve buraları keşfetmek gerek. İngiltere'de İngilizler en uyduruk yeri bile sırf satış tekniklerini kullanarak pazarlarlardı; bizim çok yüksek değerli ve mutlaka korumamız gereken harika yerlerimiz var.
ADOG tanıtım filminde Gürleyik su yürüyüşünü görmüştüm. Ben henüz Gürleyik'e gitmedim ama listemde var; listemde varsa bir gün mutlaka orada olacağım demektir. Gürleyik şelaleleri denilen yerde yaklaşık 7 km kadarlık bir yol akıntının tersi yönde suyun içinden bazen yüzüp bazen de yürüyerek geçilebiliyor. Buraya Beypazarı yolundan gidiliyor ve Ankaralılar için Temmuz aylarında gidilmesi gereken bir yer.
Ormanın serinliğini, taze kokusunu halen hissedebiliyorum; orman mantarlarının şirin görünümlerine bakınca çizgi film Şirinleri de, onların orman içindeki mutlu anlarını ve yaşamlarını da hayal edebiliyorum...
Zorlu olmakla birlikte sonuç olarak güzel bir etkinlikti; emeği geçenleri kutluyorum...



Mehmet Murat ildan






1 comment:

  1. Mehmet Bey

    Yediğini içtiğini ve gezisini kendine saklayan bir milletin evladı olarak gezi izlenimlerinizi bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim. Sizin izniniz olmadan ama kaynak gösterek yazınızı kullandım. hakkınızı helal ediniz.

    https://plus.google.com/u/0/109907885187941757676/posts/R6Uiie12R3n

    ReplyDelete