Thursday, October 29, 2009

ADOG Etkinliği -2



"Anadolu Doğa Grubu" ya da "Ankaralı Doğa Gezginleri" grubu ADOG bugün için bir "Cumhuriyet Yürüyüşü" düzenlemiş. Bugün, yani 29 Ekim günü Türk tarihinde önemli ve anlamlı bir gündür. Modern Türkiye'nin kazanımlarının korunması için böyle tarihlerin hiçbir zaman unutulmaması gerekir. Bu yazımda ADOG'un "Emeklidede Dağı Cumhuriyet Yürüyüşü" etkinliğinden bahsedeceğim.



Etkinlik, Kızılcahamam ilçesine bağlı olan Eğerli Başköy köyü yakınlarındaki sisli bir göletten başladı; esrarengiz görünümlü göl civarında hava oldukça soğuktu. Osmanlılar zamanında Kızılcahamam dışında Çamlıdere, Ayaş ve Güdül'ü de içine alan bu bölgeye Yabanabad derlermiş. Sağ tarafı uçurumsu sayılabilecek uzunca bir yoldan ve biraz da rahatsız edici sarsıntılı bir yolculuktan sonra köye geldik. Köy, Kızılcahamam'dan 30 km uzaklıkta. Yıldırım Beyazid ile Timur arasındaki o meşhur Ankara Savaşı zamanlarında bölgeye gelen "Atları eğerli askerler" Başköy'e ve "Atları semerli olanlar" da semer bölgesine gitmişler. Tabii bunlar ne kadar doğrudur bilinmez. Eğerli Başköy isminin çok basit bir açıklaması orada Eyercilik sanatının olmasında da yatıyor olabilir.
Yolumuzun üzerindeki bir yaylada yılkı atları özgürce koşuşturmaktaydılar. Onların bu özgürlüklerine bakıp acaba bu atların yaşamda amaçları nedir diye sormadan edemez insan. Bunun yanıtı bellidir; onların amacı sadece yaşamaktır. Biz insanoğullarının amacı ise sadece yaşamak değildir; biz başka bir şeyin, dünyayı değiştirmenin, evreni fethetmenin, fizik kanunlarını kendi yanımıza çekmenin, Tanrı varsa onunla yüzleşmenin peşindeyiz ve o yüzden de huzursuzuz, çünkü yapacak çok işimiz, gidilecek çok yolumuz var. Atlar da bir gün evrimsel sıçrama yapabilirlerse bu kez onlar da bizim gibi maceralara atılabilirler, daha doğrusu atılacaklarından eminim!..


Eğerli Başköy'den sonra gördüğümüz o sisli gölün kıyısından yürüyüş başladı. Bu yürüyüşe SDS olarak bilinen Sıradışı Bisiklet grubundan da katılanlar oldu. Bizim yürüyerek gittiğimiz yolların tamamını onlar ya sürerek ya da bisikletlerini taşıyarak katettiler. Bir ara uçurumlu bir vadiye doğru oldukça dik bir iniş başlamıştı; ben SDS bisiklet grubuna "Şuradan frenleri salıp inin," dediğimde onlar bana "Sıra dışı grubuz ama o kadar da sıra dışı değil!" diyerek esprili bir yanıt vermişlerdi.

Orman içi her zamanki gibi harikaydı. Son derece değişik mantarlar her yeri kaplamışlardı. Bazılarının üzerlerine dokununca "puf" diyerek bir duman püskürüyorlardı. Binlerce devrilmiş ağaç vardı bu bölgede; sanki bir savaş olmuştu. Ciddi bir kar yağışından sonra ormanda pek çok ağaç karların ağırlıklarına dayanamayıp devrilirler, yalnızca güçlü olanlar ayakta kalırlar.
Yürüyüş yolumuzda kuşburnuna oldukça sık rastlanıyordu. Latince'de bu bitkiye Rosa Canina diyorlar ve inanılmaz ölçüde C vitamini zenginidir bunlar. Kuşburnunun Türkçe isimlerinden biri de "itburnu"dur ki birazdan bu "tuhaf" ya da "yanlış konulmuş" isimler" meselesine değineceğim.



Bu Cumhuriyet yürüyüşü için 2080 metre yükseliğindeki Emeklidede dağı (tepesi) seçilmiş; bildiğim kadarıyla buraya başka gruplar çıkmamış. Doğrusu ben Kızılcahamam civarındaki en yüksek yerin hep Işık dağı (2035 metre) olduğunu düşünürdüm ve öyle bilirdim. Emeklidede ormanlarla kaplı güzel bir dağ (gerçi tepe diye geçiyor!); benim tek itirazım böyle güzel bir dağa "Emeklidede" gibi "zayıf" bir ismin verilmiş olmasıdır!.. İsimler konusunda fazla yaratıcı değiliz, daha doğrusu isabetli isimler veremiyoruz bazen. Dağların bir karizmaları olur; onlara isim verirken onları yüceltecek isimler bulmalıyız. "Emeklidede" dağının ismi mesela "Gökdelen Dağı" olsa ona daha heybetli bir hava vermiş olabiliriz. Gerçi "Gökdelen Dağı" da pek çevreci bir isim olmadı!.. Biraz düşünülürse orijinal bir isim bulunabilir.
Bu dağ 2080 metre ama bizim midibüsle gelip yürüyüşe başladığımız nokta herhalde 1800 metre yükseklikteydi. O yüzden de 2080 metre tırmanmadık elbette, 280 metre kadar tırmandık; iniş çıkışla toplamda yükseldiğimiz mesafe daha fazladır tabii. Az önce bahsettiğim şey Everest için de geçerlidir. Everest'e tırmanışlar yanılmıyorsam 5000 metrelik bir platodan itibaren başlar ve bir Everest dağcısı rakım olarak 8850 metre değil 3850 metre yani yaklaşık olarak bir Erciyes dağı kadar yükselmiş olur!..


15 kilometre yürüyüşlü bu etkinlik sonrasında Kızılcahamam'a geri dönüldü. Burada topluca "Ankara Konak" isimli bir yere gittik. Kızılcahamam Kaymakamı Bilal Çiçek ve Belediye Başkanı Coşkun Ünal ADOG için bir yemek verdi. Yemekte ADOG adına Salim beye de bir sertifika verildi. Yemeklerin çok lezzetli olduklarını söylemeliyim. Tarhana çorbası çok başarılıydı; tren gibi upuzun pideler son derece lezzetliydi. Kabak tatlısı da tazeydi; ama üzerine karamel veya kahve benzeri bir şey yerine sadece öğütülmüş ceviz konsaydı daha iyi olacaktı. Yemekler tadımlık olarak geldi, o yüzden ben pek doyamadım. Kızılcahamam'a yolu düşenlerin Ankara Konak'a gitmelerini tavsiye ederim; bu restoran Soğuksu Milli Parkına doğru giden anayol üzerindedir, Belediye hamamına çok yakındır.


Yemek sonrası Kızılcahamam sevdalısı bir heykeltıraş olan Doktor Derviş Özer'in yarattığı Şehitler Ağacı'nı ziyaret ettik ve orada fotoğraflar çekildi. Bu ağacın üzerinde 1980 yılından bu yana ölen askerlerin paslanmaz kromdan künyeleri vardır. Ağaçta 6000'den fazla künye bulunuyor. Duyguların yoğunlaştığı hüzünlü bir yer. Artık kemikleri bile çürümeye başlayan bu bahtsız insanların hatırlanmaları gerek, unutulmamaları gerek. Ben bu sedir ağacını sevdim; bir ulusun vefa borcunu sembolik olarak da olsa simgeliyor. Türkiye'nin bu ilk "Ağaçtan Şehitler Anıtı" bugün yani 29 Ekim günü ziyaretçilere açıldı; etrafı canlı yayın arabaları ile çevriliydi.


Bugünkü yürüyüşten keyif aldım; doğa beni her zaman mutlu kılar, 100 kilometre yürümüşsem bile beni dinlendirir!.. Elbette 35 kişiyle yüründüğünde doğanın o müthiş seslerini pek iyi duyamayız, ama bu vahşi sayılacak ormanlara tek başımıza da pek girilemez çünkü değişik risk faktörleri vardır. Girilemezi yanlış kullandım, yalnız girilir de çıkılabilir mi bilemem! :)
Ormanda oksijen miktarı çok yüksekti; çalılıklar ıpıslaktı, bir zamanlar su geçirmeyen lastik ayakkabım çaılıkların üzerlerinde bulunan çiyleri epeyce içti. Etkinlikte "Meçhul Ev" de arandı ancak bulunamadı. Üçgen şeklinde olan "Üçgen Mantar" (Boletus Triangulum) için de ormanın koyu gölgeliklerine dalındı fakat bir şey bulunamadı; ilerki yürüyüşlerde bulunacağını umuyorum. Üstat Quintus Horatius'un da dediği gibi "Nil desperandum," yani "Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılma!" Bir gün hem Meçhul Ev ve hem de Üçgen Mantar muhakkak bulunacaktır... :)
Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment