Monday, August 31, 2009

Büyükada: Prinkipo



Bu yazımda 5 yıl kadar önce güzel bir yaz günü martıların eşliğinde yol alan bir vapurla İstanbul'daki Büyükada'ya yaptığım geziye dair izlenimlerimi kısaca aktarmak istiyorum.


Prens Adaları'nın en büyüğü olan adanın eski ismini ilk duyduğumda bana pek sevimli gelmişti: Prinkipo! Prinkipo Yunanca "Büyük" anlamına geliyor.

Büyükada'yı tabii ilginç kılan şeylerden biri de Lenin tarafından Rusya'dan kovulan Troçki'nin orada bir süre sürgün olarak yaşamasıdır; yine Maden bölgesi tarafında (Vapurdan inince adanın sol tarafı) Reşat Nuri Güntekin'in yaşadığı köşk de var. Ben bu gezimde Büyükada Anadolu Kulübü'nde kalmıştım. Burası daha önce İngilizlerin kurduğu bir yat kulübüymüş. Atatürk'ün emri ile 1936’da bu kulüp Anadolu Kulübü'nün Büyükada şubesine dönüştürülmüş. Kulüp, genellikle milletvekillerinin kalıp dinlendikleri, ada zenginlerinin akşamları saatlerce oyun oynadıkları bir yer. Benim kaldığım yer İtalyan ailesi Kastelli'nin köşklerinden biriydi. Son gittiğimde kaldığım oda, Atatürk'ün kulüpte kaldığı odanın yanıydı ve elbette bunu düşündüğümde beni mutlu eden bir olaydı.



Vapurdan inince tarihi iskeleden bembeyaz kulüp binası görünür. Adanın tek ulaşım aracının faytonlar olduğu söylenir ama bisikleti unutmuşlardır bunu söyleyenler. Bisiklet gerçekten dünyanın en harika ulaşım aracıdır; sessizliğine, sportif yanına hayranım. Saat kulesi civarındaki sokaklardan bisikletler rahatlıkla kiralanabilir ve gün boyunca tertemiz bir havada büyük bir huzur içinde sürülebilirler. Buralara yakın fayton durakları, atların olduğu geniş bir meydan vardır. Ada gezileri bu saat kulesinden başlar, Nizam bölgesine doğru ilerler, kulüp binasının önünden geçer ve adanın derinliklerine doğru tatlı, güzel kokulu, ağaçlı bir yoldan devam eder.


Yol boyunca, bir zamanlar Rumların ve Osmanlı aydınlarının yaşadıkları enfes evler, daha doğrusu köşkler, onların güzel bahçeleri, çiçekli balkonlar, begonyalar görülür; her zaman dinlendirici nal sesleri, fayton zilleri duyulur. Elektrikle çalışan scooterlara da rastlanır bazen. Yol, bir inişli bir çıkışlıdır. Fakat vitesli bisikletlerle bu pek sorun yaratmaz. Bir süre sonra 200 metre yüksekliğindeki Yücetepe görünür. Bu tepenin üzerinde Aya Yorgi kilisesi ve manastırı vardır. Buraya çıkan yol gerçekten diktir; ama çam ormanının içinden geçer, yazın sıcağında harika kokular duyulur; buraya geri geri çıkarak bir çeşit dinsel ritüel yapanlara da rastlanır. Yükseldikçe etkileyici bir deniz manzarası gözler önüne serilir.



Aya Yorgi'ye ulaştığımda bir süre içeride vakit geçirdim. Buradaki kır lokantasında (Yücetepe Gazinosu) soluklanmak ve bir ayran içmek ya da karpuz yemek de pek hoştur. Bin yılı aşan bir geçmişe sahip manastırda siyah cüppeli Ortodoks papazların gelenleri okuyup üflemelerini, dilek kutusuna kağıt bırakanları seyretmek zevklidir. Bilim dışı şeyler olmakla birlikte bunları seyretmek bana keyif vermiştir. Kilisede camekan dolaplarda saat kolye türü eşyalar görülebilir. Bunlar, dilekleri gerçekleşen insanların tekrar kiliseye gelerek teşekkürlerini bu tür hediyelerle bildirmeleridir.

203 metre yükseklikteki Yücetepe'den Sedef adası ve İstanbul sahilleri görülür. İstanbul artık bir beton kent olduğu için o tarafa doğru bakmak hiç de keyif verici değildir. Aya Yorgi'den aşağıdaki meydana - ki Lunapark bölgesi diyorlar oraya - inince 2 yol karşımıza çıkar. Biri Küçük Tur yoludur; ötekisi ise Büyük Tur yoludur. Ben, güzellikler içinde keyiflice yol alırken bu tür yolların hiç bitmemesini isteyen bir yapıda olduğumdan elbette ilk gezimde ve sonrakinde de hep Büyük Tur yolunu tercih ettim. Küçük olan tur 5km idi, Büyük olan ise 12 km. Bunlar benim için yine yeterli değildi, keşke o yollar 100 km olsaydı diye içimden geçiririm. Büyük tura girince ortam iyice sakinleşir, gelip geçen faytonlar iyice azalır; güney Ege'dekine benzer ilahi manzaralar ortaya çıkar. Burada çam kozalakları ve kuşlar yeni arkadaşlarınızdır. Buralarda ya da buralara benzer başka yerlerde sıkça zaman geçirmek gerekir.
İnsan bir adada kendisini hem soyutlanmış hisseder ve hem de tuhaf bir şekilde müthiş güvende hisseder. Sanki dış dünyanın o yırtıcı, o vahşi, o kaba, o iki yüzlü, o çıkarcı ve aldatmalar üzerine kurulu yalan ortamı çok uzakta kalmış, bir cennet adasında o hep aranan güvene, huzura, iyiliğe, mutluluğa kavuşulmuş gibidir. Akşamları esen poyraz da insanı müthiş ferahlatır.
Bu yolun sonunda Maden bölgesine gelinir. Adanın merkezinde birahaneler, midye tavacılar, kafeler, çay bahçeleri boldur. Ben güzel gezilerin başında hep coşkulu, ama sonlarında hüzünlü olurum. Yol güzelse bitmesini hiç istemem. Aya Yorgi çıkışı da keşke 200 metre değil 2 km, 20 km olsa diye düşlerim. Güzel şeylerin yavaşça, zamana yayılarak yaşanması gerekir. Hız, güzelliği öldürür. Bu gezilerde bisiklet sürerken de, çarşıda dolaşırken de sakince, etrafı doya doya seyrederek ilerlemek gerekir. Güzel bir yemeği çabucak yemek onun tadını kaçırır!.. Benim yaşam tecrübelerimden çıkan sonuç şudur ki, insan güzellikleri yakaladığında bir kaplumbağaya dönüşmelidir; yavaşlamalıdır, duracak kadar yavaşlamalıdır!..

Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment