Monday, August 24, 2009

Gözlemevinde Kırmızı Şarap



İnsanların karakterleriyle, yapılarıyla ilgili olarak sevdikleri bazı şeyler, bazı yerler olurlar. Bu yerlerden biri benim için Deniz Fenerleridir. Gerçi ülkemizde Deniz Feneri sözcüğü soygun anlamına geldiğinden insanda biraz soğuma yapar ama gerçek Deniz Fenerleri harika yerlerdir. Deniz kenarlarındaki yalıyar denen uçurumlar da benim hoşuma giden yerlerdir. Bu harika yerlerden biri de rasathanelerdir.


Geçmişte gitmeyi aklıma koyup da gitmediğim yerlerden bir tanesi de Ankara Üniversitesi Rasathanesi'ydi; orası benim açımdan planlayıp da yapmadığım için "Yarım kalmış işler" kategorisindeki bir meseleydi ve başka bir yazımda belirttiğim üzere insan "Yarım" bıraktığı işlere, "Yarım" bıraktığı bütün meselelere daha sonraki zamanlarda dönüp onu başarıyla tamamlayabilir.







Ankara Üniversitesi Rasathanesi'ne Konya yolu üzerinden ulaşılıyor; daha sonra İncek bulvarına sapılıp Ahlatlıbel mevkiine gidiliyor. Bir arkadaş grubuyla oturulurken Eren isimli Çevre Topluluğundan bir arkadaşımın ya da onun kız arkadaşının fikriyle aniden gelişen bir planla gece yarısına doğru rasathaneye gittim. Burada kapıdaki bekçiye "Daha önce gelmiştik, Taner bey biliyor" şeklinde bir şey söylendikten sonra içeri girildi. Bu tür kilit sözcükler bazen kapıları açabilmektedir! Daha önce bir keresinde Hacettepe Üniversitesi'ne girerken de bir arkadaşım filanca hocanın ismini verdiğinde "Buyrun geçin" izni hemen verilmişti. Herhalde bütün bu "kilit" ya da "şifre" isimleri ezberlemek yararlı olmaktadır!..



Rasathane bölgesinde pek ışık yakılmıyor, o yüzden yürüyüş yolları karanlıktır. Fakat Ahlatlıbel bölgesinde artık gözle görülür bir şekilde ciddi bir ışık kirliliği var ve sanırım rasathanenin buradan taşınması gerekmektedir. Buranın kuruluş çalışmaları 1954 yılında başlamış ve Hollandalı bir astofizikçi olan Profesör Egbert Adriaan Kreiken isimli birisi görevlendirilmiş; zaten orada adı Kreiken olan bir teleskop da var. Bizim gittiğimiz gözlem odasında ismi Coude olan bir teleskop vardı. Onun bir resmini aşağıda veriyorum:






Bu teleskop küçük sayılabilecek bir teleskop. Daha çok eğitsel etkinliklerde kullanılıyormuş. Teleskopun küçüklüğü Jüpiter'e bakınca da anlaşılmaktadır. O gece teleskoptan gökyüzüne baktığımda aşağıdaki resmin aynısı gördüm. Burada Jüpiter'in üzerindeki çizgiler ve etrafındaki onlarca uydudan 3 tanesi de görülebilmektedir. Doğrusu biraz hayal kırıklığına uğramıştım, en azından daha yakın bir görüntü bekliyordum. Jüpiter, bizim sistemimizdeki gezegenler içinde en büyük olanıdır; uydularını 1610 yıllarında üstat Galileo kendi teleskopuyla keşfetmiştir.





Gözlem binası pek büyük sayılmaz. Merdivenlerle üst kata çıkılmaktadır. İçeride kırmızımsı bir ışıklandırma vardır; insan kendisini adeta bir denizaltında hisseder. Biz oraya gittiğimizde içeride 3-4 kişi daha vardı ki bu durum ortamı biraz bozmaktadır. Şahsen ben o gözlem yerinde ya yalnız olmak isterdim ya da uyumlu, akıllı, sessiz sakin, uzayı merak eden, evrensel konularda konuşmayı seven en fazla bir kişi daha isterdim.


Grup ya da "sürü" etkinlikleri her kafadan bir espri çıktığı için oldukça keyifli olabilmekle birlikte dikkat dağıtıcı veyahut ortam bozucu da olabilmektedir. Grup olaylarında özellikle "show off" denilen gösteriş ya da bir kendini kanıtlama, ortam komiği olma çabası fazlaca olur. En güzeli, "az" ve "öz"olandır; en güzel geziler "az" ve "öz"le yapılan gezilerdir.







İnsanlar teleskopla Jüpiter'e bakarlarken içeriye davetsiz bir yarasa girdi. Yarasa kendilerine çarpmasın diye doğal olarak insanlar arasında eğilip bükülmeler oldu, sanki bir futbol maçında Meksika Dalgalanması yapılmaktaydı!.. Ben yarasayı göremedim; ses dalgalarıyla yollarını bulan bu gizemli yaratık geldiği yerden sessizce çıkıp gitti. Zaman zaman ender bir şekilde gelişen sessizliklerde ben oradan, o küçük kubbemsi gözlem odasından tamamen koptum, gözlerimi kubbenin göğe açılan penceresine çevirdim ve birkaç saniye de olsa uzak sonsuzluğu, nereden gelip nereye gittiğimizi düşündüm.




Sanırım o gözlem binası sadece bana ait olsaydı içerideki kırmızı lambayı tamamen söndürüp küçük bir mum yakardım; çok kaliteli bir kırmızı şarap açardım ve aşağıdaki şu şarkıyla birlikte tek gözümü kapatıp teleskopun bize biraz olsun yaklaştırdığı sonsuzluğa, sonsuz huzura karışıp giderdim...









Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment