Saturday, August 8, 2009

Tesadüflerin Gücü


Daha önceki bir yazımda belirtmiştim, Maupassant'ın öykülerini okuduktan sonra Lev Nikolayeviç'in öykülerine başladım. Tolstoy, zengin bir aile çocuğu. İlginç eserler yarattı; bazen lafı uzatıp insanı usandırır ama zaten bu durum pek çok yazarda mevcuttur. Gustave Flaubert beni neredeyse çıldırtacaktı; Madam Bovary'de bir kadınla bir erkeği tanıştıracaktır, tanışma 30 sayfa sürer! Ah, yeter, tanışın artık!


Ben Tolstoy'un, "Bir Gencin Dramı" isimli öykü kitabını pazardan aldım, sadece 5 lira, sudan ucuz, çünkü Erikli damacana suyu 6.5 lira!.. Bu öyküler içinde "Balodan Sonra" isimli bir öykü var.


"Balodan Sonra" ilginç bir öykü. Kahraman, bir kızdan hoşlanır ve onu sevmeye başlar. Baloda rastlamıştır ona. Bol bol dans ederler, kur yaparlar, Albay babasıyla tanışır. Balodan sonra kahraman dışarıda dolaşmaya başlar, rastgele dolaşmaktadır. İstemediği bir şeye tanık olur. Kızın babası olan Albay'ı birini cezalandırırken görür. Sonra da kızı her gördüğünde babası aklına gelir ve yavaş yavaş kızdan soğur. Vicdanlı biridir kahraman. Vicdanı güçlü olan insanlar her türlü övgüyü hak ederler. Öykünün temel konusu, "Tesadüflerin yaşamımızdaki gücüdür."



Eğer kahraman o gece dolaşmaya çıkmasaydı belki de o kızla evlenecekti. Yaşam gerçekten de tesadüflerin yarattığı tuhaf bir zincirdir. Şu yola değil de bu yola sapsak, şu sözcüğü değil de başka bir sözcüğü kullansak bir şeyler farklı olacaktır, farklı bir yola, değişik bir kadere sapılacaktır.


Tanıdığım biri var; bir zamanlar sevdiği bir kızdan sık sık bahseder bana. Bu kıza bir gün klasik romanlardan birini hediye etmiş; bu romandaki bazı şeyler, hediye ettiği kızın yaşamında da varmış, ölen baba ya da sarhoş baba vs gibi, ayrıntıları tam hatırlamıyorum. Okumadan hediye ettiği o kitap yüzünden o kızla ilişkisinin kötüleştiğini söylerdi bana, çünkü kız o kitabı onun bilinçli olarak verdiğini zannetmiş.


Tesadüfler her an her şeyi değiştirebilirler. Falanca tren yerine filanca trene binersek, şuBoldnu değil de bunu yaparsak bir anda yaşamımız değişebilir. Tolstoy, bu öyküde bunu anlatıyordu. Tesadüflerin gücünü iyi kavrayıp bazen bazı şeylerin bizim yaşamımızı değiştirmelerine izin vermememiz gerekir. Bence öyküdeki kahraman babasından dolayı kızdan soğumak yerine kızı daha iyi tanımaya, onunla ilgili gerçekleri öğrenmeye, onun tabanına inmeye, onda bazı kusurlar, bazı eksiklikler saptamışsa onları sabırla düzeltmeye, kapıyı ona hiçbir zaman kapamamaya çalışmalıydı, çünkü kapı kapatmak kolaydır, zor ve değerli olan kapıyı açık tutmaktır; yaşamı ve onun yasalarını anlamamış insanlar kapıyı hemen kapatırlar. Yüksek yaşam tecrübesi ya da bilgelikle donanmış insanlar kapıları hiçbir zaman kapatmazlar; patikalar, yollar her zaman açık kalmalıdır.
Evet, elbette doğrudur, insanların aileleri, yetişme tarzları önemlidir, hem de çok önemlidir, çünkü çocuklar o ailede yetişirler, terbiyeyi, ahlakı, insanlığı ya da hayvanlığı, ahlakı ya da ahlaksızlığı, yalanı dolanı ya da dürüstlüğü, erdemi vs'yi o ailede, o ocakta alırlar, orada öğrenirler, o yüzden iyi bir ailenin çocuğu da çoğu kez iyidir, huysuz, geçimsiz, kaba saba bir ailenin çocuğu da çoğu kez huysuz ve geçimsizdir ya da böyle olma ihtimali yüksektir, fakat, "Hastalık yoktur hasta vardır" sözündeki mantıktan hareket ederek her bireyin farklı olduğunu, onları baştan yargısız damgalamak yerine baştan sona dikkatle incelemenin daha faydalı olduğunu bilmek gerekir. Ben şahsen o kahramanın o kızla evlenmesinden yanaydım, çünkü onda bir parıltı görmüştü, o kızın onun ruhuna dokunuşunu hissetmişti; bazen tesadüflere ya da kader denilen saçmalıklara mantıkla, zekayla karşı koyup direnmek gerek, çünkü her zaman bizim değerli bulduklarımıza rastlamayız. Her zaman bembeyaz kuğular görmeyiz, fakat çoğu kez kuzgunlar, kargalar boldur yolumuzun üzerinde!..
İnsan, yaşam yolunda yürürken ya 1 kez ya da çok çok şanslıysa 2 kez bir elmasa, bir pırlantaya, bir inciye, masum bir meleğe rastlar ve onu ne pahasına olursa olsun avucuna alıp elinde sımsıkı tutmalıdır, çünkü o bir daha bulunamaz; su perilerine pek ender rastlanır, biz daha çok su aygırlarını görür, onlara rastlarız.



Tolstoy'un güzel öykülerini de bitirdim; artık geride kaldılar onlar da. Jack London'ın öykülerini buldum: "Ölüme Boyun Eğmeyen Adam." Bu öyküler içinde çok hoş olan bir tane var: Bu öykü, sahibinden çalınıp başka bir sahibe satılan bir köpeğin harika bir öyküsü. Son derece vahşi, kanunu kuralı olmayan, ahlakı olmayan bir ortama düşen ve bu konularda, yani gerçek yaşam koşulları konusunda zayıf olan saf bir köpeğin yavaş yavaş dünyayı anlayıp güçlenmesini, kurnazlaşmasını, hileyi hurdayı öğrenip kötüler arasında sağ kalmayı başarmasını, onun yaşam mücadelesini anlatıyor. Henüz öyküyü bitirmedim. Bu akşam sabaha kadar okuyup bitirmeyi planlıyorum. Plan yapıldı mı, uygulanmalı!.. Siyah üzümlerim de var artık! Kitap okurken onlardan birkaç tane atıştırmak planımın bir parçası... Benim kilo sorunum yok; bütün dünyayı ve yanında da Jüpiter'i ve Mars'ı yesem de en fazla 70 kilo olurum sanırım!..


Hüseyin bey ve eşi beni yemeğe çağırmışlardı; yemeği yedim, çayımı içtim, kalkıp gitmek üzereydim, bir su istedim, su gelinceye kadarki zamanda Yusuf beyler geldiler ve siyah üzümden bana da verdiler. Tesadüflerin gücü!! Su istemeseydim, siyah üzümler de olmayacaktı!..



Tesadüfler güçlüdürler. Fakat yine de kahraman, baloda gördüğü o kızla evlenmeliydi... Gerçeği biz kendimiz yaratabiliriz; hesabını kitabını yapıp bizzat biz yaratabiliriz... Birisi size "Kader vardır" derse, ona gülümseyip geçin; şans vardır, zeka vardır, yetenek vardır, sebep sonuç vardır, ama saptanmış bir kader yoktur; masalları severim ama kader masalını pek masum bulmuyorum... İnsanı uyuşturuyor. Murat Göğebakan'ı bilirsiniz, 60'lı yılların müzik boyutunda, o yılların müzik gezegeninde dolaşan ben bile bildiğime göre!! Kanser tedavisi görüyor Göğebakan; kanserin Tanrı'nın ona verdiği bir ceza olduğunu düşünüyor. Tamamen bir zihin yanılgısı ve açıkça söylüyorum tam bir saçmalık... Uygun bir ilik bulunmuş; umarım en kısa sürede iyileşir. Hazır ondan bahsetmişken onun güzel bir şarkısını, Ay Yüzlüm'ü de anmış olayım.





zaman hancı bulut yolcu, şimdi gitti en son yolcu, bitmedi mi hasret borcu, neredesin ayyüzlüm


Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment