Sunday, August 16, 2009

Kutup Yıldızı'nın Değişmezliği



36 günlük uzunca bir tatilden sonra Ankara'ya dönüş günü gelip çattı. Tatil yerlerinden dönüleceği günler ilginç bir şekilde hava çoğu kez mükemmel, deniz de dalgasız olur! Bu da bir çeşit Murphy yasasıdır herhalde. Bunlar Murphy Kanunları olarak da geçerler. Amerikalı mühendis Edward Murphy'nin bahsettiği bu kanunların temeli için şu açıklama yapılabilir: "Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir!.." Biraz komik de bir kanundur bu ama gerçek yaşamda bu kanunun pek çok gözlemini yapabilir insan.


Bu yasalardan birkaçı aklıma geldi: "Yere düşen her şey ulaşılması en zor köşeye yuvarlanır." "Düşürdüğün ekmeğin yağlı yüzünün halıya gelme olasılığı, halının yeniliği ile doğru orantılıdır." :) "Sigara dumanı herzaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir."


Evet, işte Murphy yasaları türünden bir durum benzeri Ankara'ya dönüş günümde hava harikaydı, istenmeyen olasılık gerçekleşmişti, oradan ayrılmayı zorlaştırmıştı!.. Sabah 6'30'da kalktım. Pencereden dışarı baktığımda yine orman yangını var sanmıştım; dağların etekleri görünmüyordu. Fakat dikkat edince bunların yangın dumanı değil sabah sisleri olduklarını gördüm ve aklıma şimşek hızıyla yukarıda resmini verdiğim İlya Ehrenburg geldi. Oğullarımızın Oğulları isimli bir şiirinde bir yerde şöyle yazmıştı yazar: "Ama yalnız, yalnız onlar öğrendi, nasıl olduğunu Nisan sabahlarının." Rusya'da bir sabah vakti kurşuna dizilen insanlara atıf yapmıştır Ehrenburg; bazı şeyleri gerçekten de sadece o anları yaşayanlar bilirler. Galiba hemen her sabah erkenden o sisler dağın eteklerinde gizemli ayaklarıyla dolaşırlar, ama ben genellikle o sıralarda rüya görerekten uyumaktayımdır!..


Amacım, sabah erkenden, kimseciklere görünmeden yola çıkmaktı. "Yolcu edilmek" benim pek sevmediğim bir şey. Tanıdığım biri 20 yıllığına uzaya, mesela Mars'a da gidecek olsa bile ben yine ona "Hadi görüşürüz"den ibaret sade bir şey söylemek isterim ve bana da sadece bunun söylenmesini, "yolcu edilmemeyi" arzu ederim. Fakat Hüseyin beyle Şems hanımın beni yolcu etmelerine bir itirazım olmadı, çünkü onlar bir gün öncesinden bana söylemiş, bunu içtenlikle istemişlerdi; yolda yemem için hazırladıkları yiyeceklerin boşa gitmesine de gönlüm razı değildi; onların uyanmalarını bekledim ve yola çıkışımı geciktirdim.


Bulunduğum yerle Ankara arası yaklaşık olarak 650 kilometredir. Ortalama 100 km hızla 6.5 saatte varmayı planlayarak yola çıktım. Yol boyunca pek çok yerde radar vardı; polis, yasak olmasına rağmen sivil araçla sürücülere tuzak kurmuştu. Bir süre sonra Murphy yasaları türünden bir yasa da ben geliştirdim: "Eğer önünüzdeki yol, içinizde gaza basıp 150 km hız yapma arzusu doğuruyorsa, bu yolda polis radarı kesinlikle vardır!" Afyon Sivrihisar'a yaklaşırken böyle bir yol var, insan orada gideceği yere daha çabuk varmak için 150 km ya da daha fazla hız yapmak ister; polisin amacı esasen sürücüler yavaş gitsin, ölmesinler şeklinde değil de "Nereye tezgah açalım ki, bol ceza yazalım"dır sanki!..


Yol üzerinde meyve almak üzere durdum. Hemen ilerideki bağlardan toplanıp getirilmiş enfes sarı üzümlerden aldım ve yola devam ettim. Uzun yollarda bazen aynı arabaları görür, uzun mesafeler onlarla yolculuk edersiniz. Bazen o sizi geçer, bazen siz onu; Amelie tarzı bir çeşit oyun gibidir bu ve ben de bu oyunu oynarım.


İzmir Ankara arasındaki yolun %90'ı duble yol. Yol genellikle tek düzedir, insanın uykusunu getirir. Benim de böyle upuzun yola bakıp esnediğim bir andı; Manisa yakınlarındaki Kula taraflarındaydım ve birden bir Yanardağ gördüm, daha doğrusu Yanmazdağ, sönmüş bir volkan ve ardından volkanlar dizisi. bu işe pek sevindim, esnemem durdu, canlanıp dirildim!.. Arabayı durdurdum. Uzun süre oraya tırmanıp tırmanmama konusunda kendimle mücadele ettim. 5 saatte bu işi hallederim diyordum; uzaktan pek yüksek görünmezler ama onlara tırmanmaya başladığınızda saatler alır. Arabayı orada, öylece ıssız, sessiz yolda bırakmak istemedim ve tırmanmaktan vazgeçmek zorunda kaldım.


Bu yanardağa Divlit yanardağı da deniyor. Yanardağın görünümündeki ilginçlik şundan kaynaklanıyor ki sanki dağ daha dün patlamış gibi öylesine canlı bir görünümü var. Bir yanardağa çıkmak benim hayallerimdem biridir. Fujiyama'ya çıkmak istemiştim ama maalesef zamanlamasını yapamadım. Elbette benim asıl olarak istediğim sönmüş bir yanardağ değil de hafifçe uyuklayan, ara sıra horuldayan, çekirdeği canlı kanlı, tepesinden ara sıra duman tüten kontrollü bir volkan; umarım bir gün nasip olur!.. Divlit volkanının ilginç bir özelliği de Türkiye'nin en son sönen volkanı olmasıdır. Bölgeye AB desteğiyle bir Jeopark da kurulacakmış. Kulalılar bu Jeoparkın değerini bilirler umarım.


Kula Volkanizmalarını geride bırakıp Afyon Polatlı derken Ankara'ya vardım. 9.30'da yola çıkmıştım ve 16.10'da Ankara'ya vardım. 6.5 saat oturmanın verdiği hareketsizlikle evde kısa süre dinlenip araba yıkamak üzere ODTÜ'ye gittim. ODTÜ'de her şey yerli yerindeydi. Ormanın girişindeki çeşmenin orada her zamanki gibi arabayı yıkamaya başlamıştım bile. Eşek arıları yine her zamanki gibi musluğun içine girmişlerdi; daha önce bir kez elimi soktuklarından artık hortumu musluğa dikkatli takıyordum. Burada her şey yerli yerindeydi ve bu durum hoşuma gitmişti; bu değişmezlik konusunu Genç Werther romanımda da işlemiştim. Ben "Kutup yıldızcıyım!" Büyük Ayı'nın yeri değişir, Cassiopeia Yıldız grubunun yeri değişir ve ötekiler de değişirler ama Kutup Yıldızı sabittir. Kutup Yıldızı, dünyanın ekseni ile hemen hemen aynı doğrultuda olduğundan, diğer gökcisimlerinin aksine gün boyunca yer değiştirmez; bir yere dönüp de her şeyi yerli yerinde buluyorsam ben buna sevinirim.


Bazı insanlar vardır; mesela onu en son 20 yıl önce görmüşsünüzdür, 20 yıl önce bisikletinizin tekeri patlamıştır, o günden sonra da o kişiyle bağlantı kopmuştur; 20 yıl sonra o kişiye rastladığımda, "Naber Murat, naptın, bisikletin tekerine yama yaptın mı?" denmesi de benim en çok hoşuma giden şeylerden biridir. Sanki o 20 yıl hiç geçmemiştir, sanki zaman durmuştur, sanki bir değişim olmamıştır. Ben bu tür insanlara "Zamansız" insanlar ya da "Zaman boyutunu aşmış insanlar" derim. O 20 yılın önemi yoktur onlar için; o kişi halen 20 yıl öncesindedir, halen o günkü içtenliği ve teklifsizliğiyle, bütün o yılların üzerinden atletizimdeki gibi uzunca bir sırıkla atlayıp sizinle kaldığı yerden konuşmaya başlar. Güzel bir şeydir bu... bazı şeylerin değişmezliği... Fakat yine de şu sloganımı tekrarlayayım: "İyi olan şeyler sonsuza dek değişmesinler, kötü olan şeylerse hemen şimdi, şu an değişsinler!.."


Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment