Wednesday, August 26, 2009

Sakin Bir Liman



Eymir, ODTÜ arazisi içinde yer alan güzel bir göldür; suyu kirlenmiş olmasına rağmen halen çekicidir. Eymir göl kartına sahip olmamakla birlikte oraya sıkça gidip bir şekilde içeriye girmekteyim. Genellikle, "Hocam, bu hafta Eymir kartı çıkartacağım" şeklinde bir sözle içeriye alınıyorum. Mezun kartları burada geçerli değildir. Asfalt yolu oldukça bozuktur ancak Çankaya belediyesi yakın zaman önce en azından çukurların tamamını doldurmuştur. Göl, uzunca bir göldür; çevresini dolaşmak da epeyce bir zaman alır; 14 km kadardır. Saat 22.00'a kadar açıktır.




Gölün etrafı tepelerle çevrilidir; çukurluk bir alanda olduğundan şehrin gürültülerinden oldukça uzakta, sessiz sakin bir yerdir. Gerek yürüyüş ve gerekse de bisiklet için ideal bir alandır. Göl arazisine girildiğinde arabayla ilerlenirken uzaklarda ODTÜ kürek takımının hızlı kayıkları görülür; tempolu bir şekilde kürek çekmektedirler. Ben çoğu kez Kürek takımına veyahut topluluğuna girmeyi düşünmüş olsam da bunu hiçbir zaman gerçekleştirmedim. Sanırım antremanlardaki aşırılık bana biraz ters ve gereksiz gelmişti. Spora evet, ama aşırı spora, ego tatmini türünden vücudu fazla yorma olaylarına hayır!..






Gölün asfalt yolunda ağaçlar arasında ilerlemeye devam edilince Kayıkhaneye gelinir. Şu sıralar bu bölgede pek çok tavşan görülür. Bunlar evcil tavşanlardır ve küçük beyaz olanları gerçekten mükemmeldirler. Sürekli olarak bir yerlerde yeşil otları yemektedirler. Bazıları hiç kaçmaz, elinizden bile beslenebilirler.








Yiyecek içecek satan büfelerin göle bakan taraflarında oturulacak yerler bulunur. Buralarda büyük ve tombul minderler vardır ve benim en çok sevdiğim yerlerden biridir burası. Minderlere uzanırsınız; karşınızda durgun bir göl size dostça bakmaktadır. Çok hafif dalgalı günlerde güneşin sudaki muhteşem ışıltıları görülür. Önünüzden çeşit çeşit su kuşları geçmektedir. Ördekler ve kazlar bu mekanda pek boldur. Bazen küçük bir çocuk elinde ekmeklerle gelir; kazların kendisine doğru sürü halinde geldiklerini görüp ekmekleri bırakarak koşmaya, kaçmaya başlar. Kazlar da kahkahaya benzer bir şekilde sesler çıkarırlar; sanki küçük çocukla eğlenmektedirler.







Bu bahsettiğim yerin arka tarafında güvercin evi vardır; siz göle bakarken, gölde kiralanmış kayıkların küreklerini çekenleri izlerken arka tarafta kanat sesleri duyarsınız. Gizemli bir şekilde gelip giderler. Havada takla atan paçalı beyaz güvercinlerden de vardır burada. O sırada güneş aşağıya doğru inmeye başlamıştır. Başınız ve gövdeniz gölgededir; ayaklarınıza tatlı bir sıcaklık yayılır. Hafta içinde bu bölgede, özellikle Pazartesileri neredeyse hiç kimse olmaz. Sonsuz bir sessizlik vardır; ara sıra yalnızca su kuşlarının çırpınışları, şakalaşmaları duyulur. Serçeler inanılmaz dostturlar; hiç sakınmadan yanınıza gelirler; tek istedikleri şey bir parça ekmektir.





Gündüzleri sivrisinekler yoktur ve insan o minderlerin üzerinde iyice gevşer. Büfeden bir gözleme alınabilir. Patatesli ve peynirli olanları güzeldir; ama benim favori gözleme çeşidim ıspanaklı olandır. Daha sonra soğukça bir bira burada iyi gider. Şişenin ucundan usulca yudumlarken, uzak tepelerdeki ağaçlara, onların değişik tondaki yeşillerine takılır insan. Bu sakinlik yanında o anda dünyada, dünyanın bambaşka bir yerinde neler olmaktadır? Savaşlar, kavgalar, yıkımlar, bütün bu aptallıklardan, ego ihtiraslarından uzak olan bu tatlı, bu sakin limanda dinginliğin ruh üzerindeki okşayıcı etkisi müthiştir.




Göl içinde bir de yukarıya fotoğrafını koyduğum bir yarım ada vardır. Buraya yürüyüş yapmak eğlenceli olur. Yol boyunca kaplumbağalara rastlanır. Yarım adanın tepesinden manzara oldukça güzeldir. Oraya çıkan çoğu kimse tepeye bir ev kondurmanın hayalini kurar; çevresi tamamen cam olan bir ev!.. Yolda ilerledikçe yarım adanın ucuna yaklaşılır; sazlıklar sıklaşır, sazlıklardan gelen esrarengiz sesler çoğalır. Adanın ucundan karşıdaki Bağ Evi görülebilir. O evin kırmızı şarapları güzeldir. Dolunaylı gecelerde bahçesinde oturmak, sivrisinekleri kaçırmak için yakılmış tütsüler arasından gökleri seyrederek kadehi yudumlamak bize varoluşun harikalığını anımsatır ve yaşatır.




Burada varoluşun acımasızlığını görmek de mümkündür; kıyı boyunca pek çok balıkçıya rastlanır; balık avlamak yasaktır ancak bizde ve aslında dünyada da yasak olan cazip gelir. Balıklar birer birer yakalanırlar. Biz denizde boğuluruz, onlar da karada. Balıkların çırpınışlarına gözümüz kayar, bazen bu korkunçluğa gözümüzü dikip dikkatlice bakarız; bu bizi rahatsız eder; damaklarına takılmış oltaların sivri uçlarını, o uçların verdiği acıyı hayal ederiz; sonra gözümüzü yeniden güzel gerçeklere çevirip balıkları unutmaya çalışırız. Her zaman bir şeyleri unutmaya çalışırız; yüzü yanmış bir insan görünce onu unutmaya çalışırız, unutmazsak ileri doğru yürüyemeyiz; ileriye yürüyüşün, ileriye gidişin altın tekerlekleri unutmaktır.




Eymir gölünde Orfoz restoran diye bir yer de var; buranın yeşil salataları, kaşar peynirli ızgara mantarları, sigara börekleri, patlıcan mezeleri, salatalık ve biber turşuları pek güzeldir; bunlardan biraz fazla yiyince maden suları imdada yetişir. Artık balıkları unutmuş, yeniden hayatın zevkleri içinde yarı körelmiş, yarı köleleşmiş bir halde karnımızı doyurmaktayızdır. Orfoz'un söğüt ağaçlarının aralarından güneş ışınları yüzümüze vurur ve bu sıcaklıklar hayatın, kainatın bize sevgiyle dokunuşudur...




Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment