Monday, August 3, 2009

Maupassant'ın Mezarlık Öyküsü


Uzun zamandır okumama durumundan sıyrıldım. Deo gracias!! Tanrı'ya teşekkür, eğer bu iş onun işiyse!.. Ege'nin sakinliği bana okumamı telkin ediyor ve bunu da başarıyor. Madam Bovary artık çok gerilerde, çok uzaklarda kaldı. Guy de Maupassant'dan öyküler okuyorum şimdi.


Güy dö Mopasan'ın bazı öykülerini belki 10 yıl kadar önce okumuştum. Şimdi okuduğum kitabın ismi "Bir Mucizedir Yaşamak." İçinde 10 kadar öykü mevcut. 43 yaşında ölmüş olan bu romancı ve öykücünün güçlü bir edebiyatı var.


Onun, "Sevdi, Sevildi, Öldü" öyküsü gerçeküstüyle gerçeği çok iyi buluşturmuş güzel bir öyküdür. Bir fikir vermek için öyküden kısa bir bölüm aktarmak isterim:


"Onu çılgınca sevmiştim! İnsan neden sever? Dünyada sadece bir varlıktan başkasını görmemek, kafasında sadece bir düşünce olmak, yüreğinde sadece bir arzuyu hissetmek ya da dudaklarında sadece bir adın tekrarlanması tuhaf mı acaba? Bir pınarın sularının yeryüzüne çıkmasına benzer şekilde ruhun derinliklerinden dudaklara kadar yükselen, hep söylenen, tekrar söylenen, bir dua gibi her yerde hep fısıldanan bir ad.


Hikâyemizi anlatmayacağım. Aşkın sadece bir hikâyesi vardır ve o zaten hep aynıdır. Tanışmış ve birbirimizi sevmiştik. İşte hepsi bu. Bir yıl boyunca, onun kollarında, onun şefkatiyle, sevgisiyle, giysilerinde, sözlerinde, bakışlarında, ondan gelen her şeye tutkun, ona bağlanmış ve hapsolmuş şekilde yaşamıştım. Her şey o kadar eşsizdi ki, gece miydi gündüz müydü, ölü müydüm, diri miydim, neredeydim, farkında değildim. Ve işte öldü. Nasıl? Bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Yağmurlu bir gecede eve sırılsıklam döndü. Ertesi gün öksürüyordu. Yaklaşık bir hafta boyunca öksürdü ve yatağa düştü. Ne olmuştu? Hiç bilmiyorum."


Evet, öyküdeki adam sevgilisinin neden öldüğünü hiç bilmiyordu, sadece müthiş üzgündü, yaşamında sonsuz ve doldurulamaz bir boşluk doğmuştu. Üzüntüsünün çok başarılı bir tasviri vardır. Paris'e döner. Onu o kadar çok sevmektedir ki geceyi mezarlıkta, onun mezarı başında geçirmek, onu son bir kez olsun görmek ister. Olaylar böyle başlar. Mezar taşlarını okumaktadır. Bir adamınkini okur. Şöyle yazılmıştır: "51 yaşında ölen Jacques Olivant burada yatıyor. Ailesini, arkadaşlarını çok severdi, dürüst ve namusluydu, Hakkın rahmetine kavuştu”.


Daha sonra mezar taşı oynar, adam mezarından kalkar, mezar taşındaki yazıyı siler, yerine şunu yazar: “51 yaşında ölen Jacques Olivant burada yatıyor. Acı sözleriyle, mirasına konmak istediği babasının ölümünü çabuklaştırdı, karısına işkence yaptı, çoluk çocuğuna eziyet etti, komşularını aldattı, fırsat buldukça çalmaktan geri kalmadı ve sefilce öldü”.


Öykünün tamamını okumak gerek. Kahramanımız giderek şaşırmaktadır. Bütün ölüler mezarlarından kalkıp mezar taşlarında kendileri hakkında yazılmış olan gerçek dışı yazıları silmektedirler. Ve elbette kahraman, taparcasına sevdiği sevgilisinin mezar taşındaki yazıyı okumak için bütün cesaretini toplar. Sevgilisi neden ölmüştür? "Sevdi, Sevildi, Öldü" yazısı silinmiştir. Sevgilisi mezarından kalkmış yeni mezar taşı yazısını yazmaktadır: "Bir gün, sevgilisini aldatmak için dışarı çıktı, yağmura yakalandı, soğuk aldı ve öldü”.


İşte böyle yazıyordu lahitte. Guy de Maupassant, müthiş bir hakikatı, insanların gerçekte göründükleri gibi olmadıkları hakikatını bu kadar kısa bir öyküde vermeyi başarmıştır. Ölenler hakkında hep iyi şeyler yazılır, ama gerçekte onlar kimdirler? Neler yapmışlardır? Kimlere ne yalanlar söyleyip kimleri aldatıp kandırmışlardır? Kimlerin mallarını çalmışlar, kimlere eziyet etmişlerdir?


Şöyle yazıyordu öyküde: "Ve hepsinin, bu iyi babaların, bu sadık kadınların, fedakâr oğulların, tertemiz lekesiz genç kızların, bu dürüst tüccarların, bu kusursuz olduğu söylenen erkeklerin ve kadınların aslında kendi yakınlarına işkence ettiklerini, kinci, namussuz, iki yüzlü, yalancı, dalavereci, iftiracı ve kıskanç olduklarını, çalıp çırptıklarını, aldattıklarını, utanç verici ve iğrenç her türlü işe karıştıklarını görüyordum."

Üstat Maupassant'ın öyküsündeki çarpıcılık şuradan gelir: Sevgilisi ölmüştür; ona olan sevgisini o kadar güzel anlatır ki biz sevgilisini görmeden o kadına sempati duyarız, onu severiz, onu gözümüzde yükseltip bulutların üzerine taşırız. Bu kadar sevilen bir kadın melek gibi bir şey, son derece ahlaklı, kaliteli, zeki, dürüst, harika uyumlu bir şey olmalıdır duygusu bizi kaplar. Onu övüşünden neredeyse biz de ona aşık oluruz. Fakat hikayenin sonunda o sevgilinin bayağı, basit yanı yüzümüze soğuk su gibi çarpar. Son cümleyle birlikte o sevgili, o güzel kadın bulutlardan aşağıya, çamurların içine düşer, çünkü kendisini seveni aldatmıştır ve ona duyduğumuz ilgi de saygı da yok olup gider.

Maupassant'ın güçlü kalemini takdir ederek dışarı çıktım. Uzaktan bir köpeğin havlayışını, daha doğrusu Ay'a karşı ulumasını duyuyorum ve belli belirsiz siluet halinde görüyorum; çenesini yukarı kaldırmış uluyor. Gecenin, dahası sabahın çok geç bir vakti, civardaki lambaların çoğu sönmüş; arka köyün çobanı halen keçileri otlatıyor, çanlarının gizemli sesleri bana kadar geliyordu. Sahile indim. Bugün dolunay var; denizdeki ışıltılar tek kelimeyle muhteşem. Dalgalar çok hafif, kıyıya tatlı bir şekilde yumuşakça vuruyorlar, adeta onu okşuyorlar; sudan yapılma tuzlu bir el!..
Zihnimde bugünlerde radyolarda sıkça çıkan bir parça çalıyor:
"Uzun oldu, ne zor oldu, kalp yoruldu, dön gel, vaktimiz daraldı..." Yak Gel isimli bir şarkı... Funda Arar, 9 Ağustos'ta Özdere'ye geliyormuş bir konser için. Bu şarkıyı canlı dinlemek isterim.
Ben, gittiğim ülkelerde mezarlıkları da gezerim. Bunu Fransa'da, İngiltere'de, İsviçre'de, İskoçya'da, Japonya'da ve gördüğüm öteki ülkelerde yaptım ve gelecekte gideceğim bütün ülkelerde fırsat bulursam yine yapacağım. Bu iş bana tuhaf gelmiyor, tersine hoşuma gidiyor. Yazıları okuyup o insanları, artık hiç düşünülmeyenleri düşünüyorum. İngilizce olan yazıları okuyabiliyordum. Az Latince bilgimle Latince olanları da az çok tahmin edebiliyordum.
Maupassant ne kadar da güzel anlatmış... 31 Mayıs 1887 tarihi bu öykünün altına düşülmüş. Falanca iyidir, dürüsttür, ahlaklıdır, onurludur, filanca melek gibidir, fedakardır, temizdir denildiğinde bu öyküyü iyice anımsayalım!..


Mehmet Murat İldan

No comments:

Post a Comment