Sunday, August 30, 2009

Gençlik Parkı Açılış Töreni

Bugün 30 Ağustos Zafer bayramıydı. Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in kazandığı zaferin kutlandığı gündür bugün ve ben çoğunlukla Hipodromda yapılan törenlere özellikle Türk Yıldızları Akrobasi gösterilerini izlemek için giderdim; ancak bu sene biraz geç kalktığım için törenleri kaçırdım.
Bugün aynı zamanda Gençlik Parkı'nın açılış günüydü. İnşaatına 1936 yılında, yani Atatürk henüz hayattayken başlanmıştı. Türkiye'de belirli bir dönemde yapılmış olan bütün büyük güzelliklerin arkasında Atatürk'ün talimatını görebiliriz. Mustafa Kemal 1933 yılında bu parkın yapımı talimatını vermiştir.



Gençlik Parkı pek çok Ankaralı için olduğu gibi benim için de önemli bir parktı, çünkü küçüklüğümde Elazığ'dan Ankara'ya her gelişimizde bu parka mutlaka uğrar ve TCDD'nin işlettiği minyatür trenlere binerdik. Bu trenler gerçekten harikaydılar; istasyonları bile gerçek trenlerin istasyonları gibi kokardı; tünellerden geçerdi, düdük çalardı, parkı bir uçtan bir uca dolaşırdı ve çocuk aklımla trenin geçtiği yerlere bakıp hayallere dalardım; Kahramanmaraş dondurmaları yerdik; Lunaparktaki komik aynalarda dakikalarca gülerdik. Bu aynalar beni şimdi bile çok güldürebiliyorlar.



İşte çocukluğumun parkı olan Gençlik Parkı'na ne oldu diye bir gidip görmek istedim. Burası epey bir süredir kapalıydı; daha öncesinde de her türden tinerci, cahil serserinin ve magandaların gelip gittiği, buraya adeta yerleştikleri çok kötü bir mekan olmuştu.
19 Mayıs stadyumunun orası paralı park yeri olmuş. 5 lira verip arabayı oraya bırakarak yola koyuldum. Kapıların çoğu kapalıydı. Sadece Ulus tarafındaki kapı açıkmış. Mantığını anlayamadım; herhalde Başbakandan dolayı güvenlik önlemidir diye düşündüm. Yollarda, "İçerde büfeler kapalı abi, suyu buradan alın!" diyenlere pek inanmadan içeriden su alırım diyerek ana kapıya geldim. Sonradan duydum ki Ramazan nedeniyle Melih bey büfeleri, lokantaları, kafeteryaları açtırmamış. Sebep buysa, tam bir Suudi davranışı!.. Açık yerler vardıysa da ben göremedim; o yüzden her yer kapalıdır şeklinde de kesin olarak bir şey söyleyemeyeceğim.
İçeri giriş organizasyonu pek başarılı değildi. Birisi yüksek sesle bağırıyordu: "Bayanlar sağdan erkekler soldan!.." Girişte arama yapılıyordu ama tam bir kargaşa durumu vardı. Japonya'da 1 milyon insanın katıldığı Havaifişek festivallerindeki başarılı organizasyonları çok yakından ve çok dikkatli bir şekilde izlemiştim; esasen basit ve sıradan bir zeka bile her şeyi halledebilirdi, fakat ülkemde organizasyon yeteneklerinin gelişmiş olduğunu kesinlikle söyleyemeyeceğim, üzgünüm. Ayrıntılar ve düzen sağlayıcı basit önlemler hiçbir şekilde düşünülmemişti.
Parkta Ferhat Göçer konseri de vardı; konser ana giriş kapısından sadece 50 metre ileriye konumlandırılmış; herhalde 2000 kişilik bir alandı orası. Ama parkın açılışına belki 200 bin kişi gelmişti!.. Orayı konser alanı olarak seçmek için nasıl bir deha gereklidir bilemiyorum! İnanılmaz bir şey. Gençlik Parkı yeniden yapılandırılırken neden bir konser alanı yapılmadı? Ferhat Göçer'in benim bildiğim bir iki şarkısı vardı, güzel şarkılar ama artık modaları da geçti tabii. Şu aralar yine popüler olan bir şarkısı var: "Gidemem." Ben oradan ayrılırken onu söylüyordu.
Bu şarkının felsefesi ilginç. Şarkıdaki temel felsefe ya da düşünce şöyle ki "Ben kimseye küsmem" diyor, çünkü hayat kısa. Artı ve eksi olan her şeyi, olumlu ve olumsuz olan şeyleri kişinin bir hazinesi olarak görüyor. Yaşamımızdaki eksi olan şeyler gerçekten de bir şekilde hazinedir, çünkü bize bir şeyler öğretmiş, bizi daha sağlam durmaya davet etmiştir; bize bazen bir ayna tutmuş, hatalarımızı göstermiştir ve o hatalardan ders alıp yeniden geçmişe, ama bu kez güzel bir gelecek yaratmak için geçmişe dönme fırsatını mümkün kılmıştır. Yani hayatımızdaki kötü şeyleri de bize daha iyi bir gelecek verebilme pusulaları, yol haritaları olarak görebiliriz. En güzel ormanlar, bir zamanlar lavların yaktığı tepelerde büyürler. Konuyla alakası oldu mu bilmem ama güzel bir laf ettim sanırım ya da en azından bana öyle geldi! :)
Evet, Ferhat Göçer'i izlemek için ayrılmış olan alan çok dar olduğundan ben başka tarafa yöneldim. Lunapark tarafına doğru yola koyuldum. Suda balıkadam benzeri komando tipler vardı. Köprüden indikten sonra bir kalabalık gördüm. Herkesin ellerinde cep telefonları vardı; gökten UFO'lar falan gelmişti herhalde ya da olağanüstü bir şeyler vardı, herkes bu anı kaçırmamak için uğraşıyor olmalı diye düşünürken derken Tayyip beyi gördüm. Çok sayıda koruması vardı; oldukça yaklaştım ve modaya uyarak birkaç fotoğraf da ben çektim.


Evet, Gençlik parkı ne alemde derseniz ben birkaç yıl öncesine göre pek de bir değişme görmedim. Gazinolar kalkmış sanırım. Her yer çim olmuş, yeşillik artmış; at yarışlarının yapıldığı Hipodrom çatısı benzeri itici çadır kubbeler yapılmış. Yine TCDD tarafındaki girişe yakın yere cami benzeri büyükçe bir anıt yapılmış. Melih beyin vizyonu bunlara yetebilmiş. Oysa ki uçağa atlayıp dünyadaki başka parklara biraz göz gezdirilse ne zararı olurdu bunun? Yeni modern binalar yerine eskinin o muhteşem mimarisiyle birkaç bina yapmak çok mu imkansız bir şeydir? 1957 yılında işletmeye açılmış olan o minyatür tren bile mesela zekice bir atraksiyondu o park için ve onu yeniden inşa etmek akıllıca ve iyilikbilir bir davranış olurdu. Her şeye rağmen oranın bir park olarak kalmasını kutlamam gerek ve her şeye rağmen oraya emeği geçen insanları kutlamam lazım. Bence bu tür şehiriçi parkların sayılarını artırmak gerekli.

Biraz da insanlardan bahsedeyim. Şimdi bizim insanlarımızın iyi yönleri var, dünyanın birçok yerinde bulamayacağınız bazı özellikleri var, ama eksi ve kötü yönleri de çok, hem de çok çok!.. Yakınlarda meydana gelmiş olan Büyük İstanbul Sel Felaketinde yüzlerce kişinin eşyaları yağmaladıklarını çok iyi hatırlıyoruz; bunlar tabii korkunç şeyler. Park açılışındaki olaya gelecek olursam, kalabalıklarda itişip kakışma olayı çok yaygın. Sakince yürümek her şeyi çözer aslında. Alt kültürün egemen olduğu bir yapı oluşmuş ve bunu mutlaka tersine çevirmek lazım. Çok sayıda yankesici de vardı parkta. Küfürlü konuşmalar da çok sık görülüyordu. Kadınlar da küfürlü konuşuyorlardı.

İngilizce'de benim sevdiğim sözcüklerden biri "decent" sözcüğüdür ve "Terbiyeli," "Nazik," "İyi," "Temiz" anlamlarına gelir. Mutlaka bir "Decent society" yani "Terbiyeli bir toplum" "Nazik bir toplum" yaratmalıyız. Aslında bu tür bir toplum henüz dünyada da yaratılmadı. Mesela uygar olarak gördüğümüz İngiltere bile kesinlikle benim ölçütlerimde terbiyeli bir toplum değil, hayvani yanı oldukça yüksek; Türk toplumu İngilizlere göre bazı konularda çok daha terbiyelidir. Buna, yani nazik ve terbiyeli topluma mutlak manada değil ama göreceli olarak en yaklaşmış olarak Japon toplumunu gösterebilirim; fakat oradaki kusurlar da başka. Bir mekaniklik, değişik bir absürdlük, optimal düzeyin üzerindeki yıpratıcı bir işkoliklik ve derinliklerde bir çeşit hüzün, farklı bir melankoli gibi şeyler de orada var. Fakat yine de benim ölçütlerimde "Terbiyeli ve efendi" topluma göreceli olarak en çok yaklaşmış olanlar Japonlardır, Japon dostlarımızdır.

Her şeyi bir araya getirmek zaten zor, önemli olan "Decent society" için, "Nazik," "Terbiyeli," "Düşünceli" bir toplum için çaba göstermek, bunun için mücadele vermektir...

Mehmet Murat ildan


No comments:

Post a Comment