Saturday, September 12, 2009

Elmadağ Yürüyüşü



13 Ekim 2002 Pazar günü... Saat sabahın sekizi. Atakule'nin önünde kalabalık artmaya başlıyor. Kalabalığı gören bir simitçi umutla insanların arasına dalıyor. Etrafta sevecen ve hoşgörülü bir yüz dolaşıyor: Nevzat abi, 25 yıllık dağcı!..
Saat 9.30a doğru yaklaşık 200 kişiye ulaşan kalabalıkla Elmadağ'a doğru yürüyüş başlıyor. O sırada izne çıkan askerlerle ODTÜ'lü öğrenciler arasında ilginç bir görüntü farklılığı ortaya çıkıyor. Sırt çantalı, uzun saçlı, renkli giyimli öğrencilerle, kısacık saçlı, beyaz çoraplı, gri tişörtlü, ellerinde salladıkları zincirleriyle amele yanığı tenli askerler yan yana geçişiyorlar. Askerlerin bazıları ‘Bu turistler de nereye gidiyor?’ diye soruyorlar kendi aralarında. Genellikle 7'şer kişilik ekipler halinde yürüyüş yapılıyor. Yol üzerindeki camide ihtiyaç molası veriliyor. Caminin tuvaletindeki yazı herkesin ilgi odağı haline geliyor. Yazıda pek çok madde var: "Tuvalete girerken sol ayakla giriniz, çıkarken sağ ayakla çıkınız; İçeride konuşmayınız..." Bu tür batıl inançları okuyup kafa sallayarak yola devam ediyoruz!..

İmrahor vadisine geliyoruz. Burası biraz dik bir iniş. Ayağı kayıp küt diye yere düşenler ilk şaşkınlığı üzerlerinden attıktan sonra neşeyle gülüyorlar hallerine. Uzaklarda bir yerdeki çiftlikten tehtidkar köpek havlamaları duyuluyor. Tepelere çıkılıyor, iniliyor, ama bir türlü Elmadağ görünmüyor! Nerede bu dağ? Nerede elmalar? Ekipler Samsun otobanının altındaki uzun geçide giriyorlar teker teker. Piramitlerin altındaki karanlık tünellere benziyor burası. Suların geçtiği bu dehlizden şimdi dağcı adayları geçiyor, ya da dağ dostları!
Yol boyunca koyun sürülerine, demir tasmalı çoban köpeklerine, eşeklere, çeşmelere, mangalcılara rastlıyoruz. Arkamıza dönüp baktığımızda Atakule çok uzaklarda kalmış görünüyor. Bu kadar uzun yol yüründüğüne herkes şaşırıyor. Yokuşlarda zikzak çizerek çıkıyoruz. Molalarda herkes her şeyini diğerleriyle paylaşıyor ve mideler her şeyi karıştırmaya isyan ediyorlar.
Ufukta Elmadağ görünüyor; etrafta hiçbir elma ağacı da yok! Bir zamanlar DKSK'nın olan tesislere yaklaşıyoruz. Hava mükemmel; dağın tepesine doğru 3 tane motosikletin hızla tırmanışlarını seyrediyoruz. Motokrosçular engebe tanımıyorlar. Uzun yürüyüşün sonunda herkes çember halinde toplanıyor; şikayetler dinleniyor ve kapanışı Nevzat abi yapıyor, hem de meşhur bir sözle: 'Söyleyeceğiniz varsa şimdi söyleyin, ya da sonsuza dek susun!'


Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment