Wednesday, September 9, 2009

Taşiyomi ve Akıntıya Karşı Yüzmek



Yazıma kısa bir hikâyeyle başlamak istiyorum: Yağmurlu bir mevsimdi. O kadar çok yağmur yağmıştı ki, köyün içinden geçen nehir taşmıştı. Köylüler Nasrettin Hoca’ya koşarak geldiler ve “Eşin nehre düştü, hemen koş, onu kurtar hoca,” diye bağırdılar. Nasrettin Hoca nehre koştu ve hiç tereddüt etmeden nehre atladı, akıntıya karşı yüzmeye başladı! Etrafta toplanmış insanlar bağırmaya başladılar: “Ne yapıyorsun Hoca, eşin nehirden yukarı doğru gidemez ki! Nehir onu aşağıya götürmüştür,” dediler. Hoca şöyle bir yanıt verdi: “Siz neden söz ediyorsunuz? Ben eşimi iyi tanırım, o sadece akıntıya karşı gider!” Bu güzel hikâyeye tekrar döneceğim ve birazdan yazacağım konuya bağlayacağım.



Şimdi “Taşiyomi” (Tachiyomi) denen bir kelimeden kısaca bahsedeyim. “Taşiyomi” Japonya’da ayakta kitap okuma alışkanlığını belirtmek için kullanılan bir sözcük! Orada artık ayakta kitap okumak gibi en üst aşamaya gelinmişken bizde durum nedir bakalım. Türkiye’de bazen sivil örgütlerin, bazen resmi kurumların ve bazen de uluslararası kuruluşların kitap okuma gibi konulara dair hazırladıkları çok önemli istatistikler zaman zaman yayınlanır. Bu istatistiklerden birkaçını aşağıda vereyim, bunların fazlası insanı sıkmaktadır zaten.



Türkiye’de toplumun yüzde 94’ü televizyon seyrediyor ve yalnızca yüzde 4.5’i kitap okuyor! Diğer korkunç bir sayı da şöyle: Türkiye’de 40 milyon insan hiç kitap okumuyor!.. Düzenli okuma alışkanlığı Japonya'da yüzde 14, Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzde 12 iken, Türkiye'de ise yüzde 1 değil, binde bir de değil sadece on binde 1 düzeyindedir!!.. Bir Japon yılda ortalama 25 kitap okuyor; oysa 6 Türk’ü bir araya getirdiğimizde yılda 1 kitap ancak okunmuş oluyor!.. Bunlar elbette felâket ve utanç rakamlarıdır.



Gelişmiş ülkelerde çok geniş ve güçlü bir “Kitap okuma nehri” akıyor, ki kutsal bir nehirdir bu!.. Bizler bu nehirde akıntıya karşı yüzüyoruz, tıpkı Nasrettin Hoca’nın karısı gibi!.. Ancak toplumun kitap okuyan yüzde 4.5lik kesimi, ülkenin geleceğinde kültürlü bireylerin önemini kavramış bu değerli azınlık, bu akıntıyla uyumlu bir şekilde doğru yöne doğru yol almaktadır! İşte bu azınlığın ülke için önemini vurgulamak amacıyla bu yazıyı yazıyorum. Tiyatronun, sanatın beslendiği ve beslediği kaynak da bu azınlıktır elbette. Onlar da kitap okumaktan vazgeçse, gerçek manada bir cehalet toplumuna dönüşmemiz kaçınılmaz olur.


Toplumlar zaman içerisinde hep ileri gitmezler; ilerleme zamanla doğru orantılı bir şey değildir. Herkes ileri giderken siz ileri gidecek mekanizmaları kurmamışsanız ya yerinizde sayar ya da daha kötüsü geriye gidersiniz!.. 11. yüzyılın Endüslü bilgini İbni Said’in Tabakatü’l-Ümem adlı kitabında dünya milletleri ikiye ayrılmıştır: Bilimle uğraşan milletler (Hintliler, İranlılar, Yunanlılar, Romalılar, Araplar); Bilimle uğraşmayan miletler (Türkler, Moğollar, Çinler). İşte tarihte böyle hiç de hoş olmayan yargılara maruz kalmamak için Türkiye’de ciddi bir “Toplum mühendisliği” çalışması yapılması gerekiyor. Akıntıya karşı yüzen kitle, açık ve net bir şekilde “dizayn” edilmelidir!



Hiç kitap okumayan 40 milyon insanın Japonya’daki gibi senede ortalama 25 kitap okuduklarını bir düşünün! Bu bir hayal değildir, sadece toplumu dizayn etme, şekillendirme sorunudur! Ütopya diye bir şey yoktur, bütün ütopyalar gerekli araçlar kullanılarak yaratılabilirler… Bir gün, taşiyominin ülkenin her yerine yayıldığı o güzel gün, bundan en büyük faydayı da sanat ve sanatçılar alacaktır; cehaletin yaygınlaştığı bir ülkede sanat ağacı kurur, bilgeliğin, aklın yükselişe geçtiği ülkede ise sanat ağacı meyveleriyle göz kamaştırır…

Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment