Tuesday, September 29, 2009

Real Marketin Rafları




Bilkent’teki Real market 1990’ların sonunda açılmıştı ve o günden beridir de Ankara’nın en popüler hipermarketi oldu. Benim oturduğum yere oldukça yakın olduğu için buraya sık sık giderim. Şimdi biraz bu marketten bahsedeceğim.


Real market Metro grup isimli dev bir perakende şirketin bünyesindedir. Türkiye’nin dışında bildiğim kadarıyla Almanya’da, Polonya’da ve Rusya gibi ülkelerde de var. Tavanının yüksek oluşu ve koridorların genişliği bir ferahlık sağlıyor.

Ben zamanım olduğunda bu markete gidip ürünleri inceliyorum; bazen akşam yemeğimi de buradan alıyorum. İnsan bu tür hipermarketlerde genellikle belirli yerlere gider ve belirli markaları satın alır. Mesela ben girişteki bölümleri geçtikten sonra sabun bölümüne gelince, evde de sabun kalmamışsa otomatik olarak Hacı Şakir Gül Kokulu sabundan alırım; dörtlü paketler halindedir bunlar ve doğal bir sabundur, vücudu kurutmaz, kayganlaştırır. İsmi fazlaca gelenekseldir; ismini değiştirip Pırlanta Sabunları deseler daha güzel, daha modern olur.
Araba aksesuarları reyonuna bakmak da keyiflidir. Çok yakında oraya kış lastiklerini dizmeye başlarlar. Sık sık araba yıkadığımdan en çok şampuan kısmına göz gezdiririm. Benim kullandığım marka Sonax isimli cilalı bir şampuan; doğaya da zarar vermiyormuş, yani üzerinde öyle yazıyor!..

Bu reyonun biraz ilerisinde peynirler vardır. Ben bu aralar Şahinler Köy peyniri denen bir peyniri alıyorum. Sanırım bu peyniri sevmemin sebebi Elazığ Şavak Peyniri’ne benzettiğim içindir. Yağı daha azdır; taze peynir olduğundan özellikle pide ekmekle ve domatesle harika gider. Biraz tuzludur ve “Suya koyun tuzu geçer” denmektedir!..
Peynir reyonunda etsiz çiğ köfte olayı da vardır ki ben geçen yıl bunlardan yiyip rahatsız olmuştum. Sebebi de normalde ayda yılda bir tane yerim, fazla yemem; o zaman 4 tane yemiştim, herhalde o kadar acıyı kaldıramadım. Gaziantepli olsaydım bu bana vız gelirdi!.. Belki de yediğim şey bozuktu. İlginçtir, yeşilbiber acısı bana dokunmaz ama pul biber acısı beni etkiler. AB kriterlerine göre artık ülkemizde “Etli çiğ köfte” yasaklanmış, yani iyi marketlerin hepsinde artık etsiz yapılıyor bu köfteler; bence daha önceden de zaten etsiz yapılıp etli diye satılıyorlardı!..

Bazen rafları tek tek gezmek hoştur; insan yeni ürünler görür; bu nedir diye inceler. Mesela bir tane yeni fıstık ezmesi çıkmış; küçük bir kavanoz 25 lira, ama üzerini okuyunca insan şüpheleniyor. Yazıları minnacık yazmaları da ayrı bir dert! Yazıları sivrisinekler mi okuyacak? % 60 fıstık ezmesi diyor, peki % 40 ne oluyor? :) Gerisine de küspe karıştırıyorlar herhalde. En iyisi fıstığın bizzat kendisini yemektir. Ancak Real’de bile taze fıstık pek bulunmaz. En iyi Gaziantep fıstığı Konya yolundaki Hacı Baba’dan alınabilir. Orada fıstık sürümü müthiştir ve fıstıkların bayatlamaya zamanları olmaz!..

Ben genellikle makarna reyonuna da uğrarım ve Barilla marka ince uzun spagettiden alırım. Mantar soslu bir İtalyan spagettisinin tadına doyum olmaz. Bal reyonuna da almasam bile uğrarım. Burada onlarca çeşit bal vardır ama çoğu gerçek bal değildir. Balparmak firmasının balları güzeldir; Avrupa’da da kalite ödülü almışlardı. Karakovan petek balları gelir bazen; küçük miktarları bile 50 lira gibi yüksek bir fiyata satılırlar. Fiyat yüksekse kalite iyidir mantığı bazen doğru olsa da her zaman da doğru çıkmaz. Benim aldığım bu Karakovanlardan biri bir kez şekerleşmişti.
Bal konusunda şanslı sayılırım, çünkü ballar bana İsviçre’den geliyor; gerçekten güzel ballardır. Langnese diye bir kuruluşun ürünleridir bunlar; orman ballarıdır, üzerinde vahşi çiçek balı diye yazar. Langnese bir Alman firması ve 1925 yılında Hamburg’da kurulmuş. Yüksek kalite ballar üretiyorlar.

Bu bal-reçel reyonunda bir de benim sıkça aldığım St Dalfour çilek reçelleri vardır. Japonya gibi çok uzak bir ülkede bile bu reçelleri görünce şaşırmış ve sevinmiştim. Bunlarda şeker olmaz, onun yerine elma suyu koyarlar. Bu Fransız reçellerinin kavanozları da benim hoşuma gider. Modern olanla muhafazakar olan birleştirilmiştir. Reçelleri geçince meyve kısmına gelinir. Burada herkes gibi ben de önceden belirlenmiş şeyleri alırım. Mesela “Salkım Domates” alırım. Bunların sert olanları çok lezzetlidir. Elmalardan Amasya elma alırım ki 1 haftadır Real’e yeni mahsul çok güzel Amasya elmaları geldi; taş gibi sert ve sağlamlar; insan bunlardan günde 5 tane bile yiyebilir. Yıllardır pek çok ülkede değişik elmalar yedim ama hiçbiri bu Amasya elmaları kadar güzel ve lezzetli değildir bence.
Şimdilerde narlar da gelmeye başladılar. Doğrusu Nar suyu içmeyi özledim. İnsan her zaman içemiyor, ama üşenmeden Nar satın alıp içmek lazım. Bu nar olayında 2 kez sıkma aleti kırmıştım, sıkma kolu parçalanmıştı, sonunda 350 lira verip sanayi tipi denilen ve büfecilerin kullandığı çok sağlam sıkacaklardan aldım; narlar kabuklarıyla birlikte inanılmaz sert oluyorlar ve normal sıkacaklar çabucak parçalanabiliyorlar. Fitness sonrası bu yeni aldığım sağlam olanları da fazla zorlamıyorum, o da parçalanırsa nar suyu sıkmak hayal olur!..

Meyve reyonunda sıkılmış portakal ve havuç suları da vardır. Bazen insan yemek kısmından ekmek arası mantar alabilir ya da biraz döner ya da tavuk but ve bu gerçek sıkma sularla hoş bir yemek yenebilir. İngiltere'de ben en çok taze portakal suyu bulamamaktan şikayet ederdim; hepsi konsantreden yapılmaydı ve bunların tatları müthiş yapay olur.
Meyve reyonunda şimdilerde mandalinalar boy göstermeye başladılar, fakat henüz yeşiller! İnsanların tuhaf alışkanlıkları olur; benim tuhaf diyebileceğim alışkanlığım mandalinayı elime alıp tırnağımla kabuğundan küçük bir parça sıyırmaktır. O zaman insanın eline mandalina kokusu bir parfüm gibi yapışır. Özellikle King türü mandalinalarda müthiş keskin bir aroma vardır, güzel kokar; mandalina kokusu kış mevsiminin kokusudur.
Real’in ekmek reyonunda da çeşitler boldur. Ben neredeyse bütün ekmekleri denedim diyebilirim. Mesela mısır ekmeği vardır ama çabuk ufalanır, yemesi zordur. Tam buğday ekmekleri güzeldir. Alman ekmeği tuğla gibi ağırdır; biri size saldırırsa kafasına Alman ekmeği indirebilirsiniz! :) En iyisi sıcak pidelerdir. Sıcak olan şeyler güzeldir. Küçükken böyle sıcak pidelerin arasına tereyağı koyup yerdim ama artık bunu yapmıyorum, büyüdüm, yani sanırım büyüdüm. O zamanlar tereyağları da daha katkısızdı elbette.

Türkiye’de birkaç ay önce bir doktor çıkıp insanları yumurtanın zararlı olmadığı konusunda ikna etti diyebilirim; o yüzden artık yumurta reyonuna da sıkça uğrar oldum. Ama yumurtaların hangisini almalı? Hepsi yapay yemle beslenen tavuklardan alınıyor. Üzerlerinde doğl besinle beslenmiş dese de kuru yonca falan kullanıyorlar. Ben doğallıktan tavuğun doğada çayır çimende kendi kendine beslenmesini anlarım şahsen!!.. Hologramlı Eggy diye bir marka alıyorum şimdilerde ama nerede o eski yumurtaların tadı şeklinde klişe bir cümle kurayım şimdi!..

Real’in şarap ve bira reyonları da zengindir. Ben şarap reyonunda çok zaman harcarım. Şarapların üzerlerini okurum; üretim yıllarına, eskitilme yıllarına, üzüm çeşitlerine falan bakarım, şişelerin şekilleri de ilgimi çeker; ama onca okumadan ve incelemeden sonra dönüp dolaşıp "en pahalı" şarap hangisiyse sonunda onu alırım ya da önceden bildiğim Yakut Kavaklıdere gibi belli birkaç markadan alırım. Para varsa harcamak gerek, çünkü yaşam sonsuz değildir!..
Dambılların yani el halterlerinin olduğu spor reyonuna da sıkça bakarım. Şimdilerde 10 kiloluk dambıllardan arıyorum; geldi mi alacağım. 8 kiloluklar artık geride kalmaya başladılar. Dambılların sırrı nedir? Yer çekimidir!! Yer çekimi olmasaydı dambıl fabrikaları batardı!.. Gerçi yer çekimi olmasaydı dambıl fabrikaları da zaten olmazdı!.. :)

Real market benim sevdiğim bir yer. Düzenli bir market; ben düzeni ve düzenli yerleri, belirli bir standardı ve belirli bir çıta yüksekliği olan şeyleri severim. Bu markette sınıflandırmalar iyi yapılmışlar. Etlik’te de bir şubesi açıldı; orası hafta sonları dolup taşıyor. 95 yaşını aşmış anneanneme bakıcılık yapan teyzenin oğlu bu markette güvelikte kamera bölümünde çalışıyor. Onların anlattıklarına göre Etlik Real’de çok sayıda hırsızlık oluyormuş; montu giyip dışarı çıkmaya çalışandan tutun, ruju çantasına atana dek orada hırsızlık müthiş yaygınmış.


Bir yazarın bir sözünü anımsamaya çalışıyorum. Sanırım şöyleydi: “Bir adam aç olduğu için çalmaz, hırsız olduğu için çalar.” Üstat William Somerset Maugham büyük ihtimalle Sheppey oyununda söylemişti bunu. Bu söz benim hoşuma gider; toplumda imkânı az olan çok sayıda insan vardır ama onların hepsi çalmaz, sadece bazıları, hırsız olanları çalar. Bu hikayede benim ilgimi bu hırsızlık değil de o güvenlik elemanının aldığı maaş çekmişti. Haftanın 7 günü çalışıyor bu kişi ve sadece 500 lira maaş alıyor! Annesi oğlunun kıpkırmızı gözlerle eve geldiğini söylemişti; saatlerce kameralara bakmak insanı müthiş yorar. Ayrıca bazen bir günde 3000 liralık hırsızlığı yakalattığı oluyormuş ve aldığı maaş sadece 500 lira! Bunların değişmesi gerekiyor. İnsanlara insanca yaşayacakları miktarı vermek gerek. Real çok kazanan bir kuruluş ve bu kazancından çalışanlara daha fazla kaynak aktarmalıdır; vicdan ve yüksek ahlak bunu gerektirir… Vicdan ve yüksek ahlak yoksa hiçbir şey yok demektir...

Marketlerde fırsat buldukça dolaşmayı seviyorum…
Daha adaletli bir dünya dileklerimle…

Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment