Tuesday, September 15, 2009

Gölgeler Dünyası


Yazıma Platon’un meşhur bir benzetmesiyle başlayacağım. Yeraltındaki bir mağarada yaşayan insanlar düşünelim. Bu insanlar sırtları mağaranın girişine dönük olarak oturmaktadırlar. Elleri ve ayakları bağlıdır, sadece ve sadece mağaranın duvarını görebilmektedirler. Mağaranın girişinde bir ateş yanmaktadır, ateşin önündeki cisimlerin, hareket eden şeylerin gölgeleri mağaranın duvarına yansımaktadır. Mağarada yaşayanların gördükleri tek şey bu “Gölge Tiyatrosu”dur. Doğduklarından beri bu şekilde oturdukları için, var olan tek şeyin gölgeler olduğunu sanırlar.


Bu yukarıda bahsettiğim durum elbette bir esarettir; sanal olan şeyler gerçek sanılmaktadır. Mağara adamı özgürleşmedikçe gölgeler dünyasına mahkûm bir şekilde, sefil bir biçimde yaşar. Mağara adamının özgürleşmesi soru sorarak başlar. Bu gölgeler nedir, bunlar nereden geliyor? İnsanoğlu için en “kıymetli” şey “soru sormak” “sorgulamaktır!” Soru sormayan, araştırmayan bir beynin bir tavuk ya da bir koyun beyninden ne farkı vardır? Soru sormak, araştırmak, yüzeyden derine inmek insanı zincirlerinden kurtarır. Zincirinden kurtulan insan artık mağara duvarındaki gölgelere mahkûm yaşamak zorunda kalmaz, mağaradan çıkar, gerçekler dünyasına girer.

İnsanın önünde iki seçenek vardır: Ya mağara adamı olarak kalmak ya da mağaradan günışığına çıkmak. Mağara adamı elbette bugünlerde TV yarışmasındaki Semra hanımla sembolize edilen anlamsız sanallığa, değersiz gölgelere saplanıp kalacaktır; oysa kendi yaşamı sefalet içerisindedir ve asıl yapması gereken şey bu sefaletten kurtulmanın yolunu bulmaktır; onun acil olarak ihtiyaç duyduğu şey budur. O, mağaradan çıkıp hesap sormalıdır, aksi taktirde mağarada gölgelere, görüntülere bakarak küflenip gidecektir…

Peki kimden hesap soracaktır? Onu mağaraya zincirleyenlerden, onu cahil bırakarak aklını köreltenlerden, ondan gerçeği gizleyenlerden, onu din masallarıyla ve yalan ninnileriyle uyutanlardan hesap soracaktır… Ya da kimseden hesap sormayıp mağarada çürüyecektir; dünyadaki gidişat bu yöndedir…

Bir dezenformasyon (Bilgi çarpıtımı) ve “aldatmaca” dünyasında gerçeğe ulaşmak için “akıl” yegane araçtır… Türkiye’de ve dünyada artık medya bir hipnoz tekniği olarak karşımıza çıkmakta; hipnoz sunî bir uykudur; kişi gözlerini sabit bir şekilde bir cisme diker ve hipnotik uykuya dalar! O uykudayken onu soyabilir ve maskaraya çevirebilirsiniz!.. Temel mesele kişinin uyanık olmasıdır.

Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment