Friday, September 4, 2009

Sonbaharın Ayak İzleri



Evet, yeniden, yine Eylül ayındayız ve sonbahar başladı. En güzel aylardan biridir bu; benim doğduğum ay olan Mayıs ayı kadar güzeldir.


Sonbahar ve kış mevsimlerinin başlarında ben çoğu kez Doctor Zhivago filminde Lara's Theme (Somewhere My Love) olarak geçen müziği hatırlarım. İnsanın yaşamı boyunca bazı özel müzikler bazı anlarda onun zihninde çalarlar. Bu durum bana sıkça olur. Lara's Theme böyle bir müziktir benim için, zamanı durduran, zihnimi sessizleştiren ve öylece heykel gibi durup kalmamı sağlayan bir müziktir; Doctor Zhivago filmi de dünya tarihinin en güzel filmlerinden biridir bence:




Ankara'da sonbaharın ilk görüldüğü yerlerden biri ODTÜ A1 kapısından içeri girildiği yerdir. Sonbaharın ayak izleri sarıdır; yaprak şeklindedir!.. Kestane ağaçları sararmaya başlamışlardır. İnsan bu sararmış yapraklara bakarken yazın ne kadar çabuk geçtiğini düşünür ve şaşkınlığını gizleyemez. Kış yavaş yavaş gelmektedir ve kışın bizlere sunduğu güzellikleri düşlemeye başlarız.


Kışın güzelliği, sıcaklığı bizim için çok daha değerli bir hale getirmesindedir bence. Ben kışın yoğun tipi bile olsa Arkeolojik Yalıncak köyüne yürümeye devam ederim. Bazen eksi 10 derece olur. Eldiven yoksa, ellerimiz kıpkırmızı hale gelir. Yüzümüz donar; burnumuz havuçlaşır; kulaklarımız sızlar; ayaklarımız ıslanır; ayazlı günlerde atkımızın arasından yükselen ılık buharlar kirpiklerimizin üzerinde buzlaşırlar. Sanki dev bir okyanusun ortasındayızdır; müthiş bir fırtına vardır ve biz sığınacak bir liman ararız, sıcak bir liman, bize battaniye gibi sarılacak ateşten bir sığınak. Yürüyüş sonrası arabanın sıcak kaloriferleri kırmızı şarap gibi insanı ısıtır, buzları çözer, kirpikler nemlenir; bu nemler aslında bizzat kendi nefesimizdir.




Okulun sıcak yerlerini iyice ezberlemişimdir. Örneğin Endüstri Mühendisliği kantininin kaloriferleri müthiş sıcaktır ve hatta en sıcak kaloriferler o bölümdedirler. Fakat maalesef ODTÜ'de şömineli bir yer yoktur ve bu biraz üzücüdür. Odunların yandığı bir şöminenin yanına gidip oturmak, çıtırdayan sesleri dinlerken sonsuz hayallere dalmak, gerçekler boyutundan gerçeküstüne çıkmak yaşamın müthiş zevklerinden biridir.


Benim İngiltere'de Mersea Road 111 numarada uzun bir süre kaldığım evlerden birinde şömine vardı ancak bu doğal gaz şöminesiydi; doğal gaz şömineleri baş ağrısı yapıyorlar; buna rağmen ışıkları kapatıp alevleri seyretmek pek hoştur. Dedham'da Eyüp Sabri Çarmıklı'nın çiftlik evindeki şömine ise bir odun şöminesiydi ve son derece doğaldı. Odunlar yanarlarken adeta konuşurlar; sanki alevden yapılma doğaüstü yaratıklar kendi aralarında sohbet etmektedirler. Alevlere çok bakarsa insan, onların ne söylediklerini bile işitebilir! Elbette bu, bizim zihnimizin bize sunduğu bir oyundur.


İlginç bir şekilde şömineli olan bütün yerleri hatırlamaktayım. Cambridge yakınlarındaki Sawston kasabasında bulunan Sawston Hall dil okulunun kocaman bir şöminesi vardı, devasa bir şömineydi. Burası bir köy şatosuydu. Tarihte Bloody Mary olarak bilinen Kraliçe Mary bir süre burada yaşamıştı. İngilizce hocam Helen Nicholson beni zaman zaman şöminenin önünde bulurdu ve "Murat, you are not supposed to be here!" derdi. Aslında derste olmaktansa orada, şöminenin yanında oturuyor olmam benim açımdan çok daha hoştu; sıkıcı İngilizce gramerleri bana ne verebilirlerdi ki? Bir zamanlar, muhtemelen benim oturduğum yerde Kraliçe Mary oturmuş ve muhtemelen alevlere bakarak kendi kaderi üzerine düşünmüştür...


Elmadağ'daki ODTÜ tesislerinde bulunan şömineyi, Strasbourg'da bir ay boyunca evlerinde kaldığım akrabaların şöminesini, Atlı Spor Kulübü restoranındaki şömineyi de çok iyi hatırlıyorum.



Ve Ankara'da Oran'da bulunan Winehouse'daki güzel şömineyi... Yukarıda resmi olan bu şöminenin yakınında oturabilmek için önceden rezervasyon yaptırmak gereklidir. Kışın şömine önünde kırmızı şarap içmenin verdiği keyfi çok az şey verir. Şöminenin alevleriyle vücut ısınırken peynir tabağı, meze tabağı, fırında mantar gratine ve ızgara levrek eşliğinde mide de ısınır; bütün bunlar varoluşun bize sunduğu harikalıklardır. Sakin, huzurlu bir ortamda yenen akşam yemekleri, ortam da romantikse eğer, müzikler de Lara's Theme gibi ruhu okşayıcılarsa, artık cennet denen hayali aleme zaten geçmişizdir demektir. Ben bu tarz akşam yemeklerini çok severim.

Bahsettiğim şarkının kemanla çalınan hoş bir versiyonu da şöyledir:

http://www.dailymotion.com/relevance/search/dr+zhivago+music/video/x9o49j_dr-zhivago-movie-theme-somewhere-my_music

Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment