Wednesday, September 9, 2009

Voici Un Homme! İşte Bir Adam!



General Napolyon Bonaparte sarayda kendisini ziyarete gelen konuklarını teker teker kabul ediyordu. Kapı açıldı ve içeri Victor Hugo girdi. Napolyon Hugo’yu görünce ayağa kalktı ve “Voici un homme!” “İşte bir adam!” diye haykırdı. Napolyon’un bu övgü dolu sözünü Atatürk için kullanacağım birazdan. Sanata ve kültüre nasıl bir yaklaşım içerisinde olunmalıdır, sanat ve kültüre hangi bakış açısıyla bakılmalıdır, bu konuyla ilgili bir yazıdır bu.

Önce geçmişe kısa bir bakış atalım. 1874’te yürürlüğe giren Eski Eserler Tüzüğü, yabancılara buldukları eserleri ülkelerine götürmeleri için kolaylık sağlamıştı. Bu tüzüğe göre, kazılarda çıkan eserlerin üçte birinin kazıyı yapana, üçte birinin Türk devletine ve kalanın da arazi sahibine verilmesi gerekiyordu. Yabancılar bu güzel fırsatı değerlendirmekte gecikmediler; kazı yaptıkları arazileri satın aldılar ve paylarını artırdılar…
Kazılarda binlerce buluntu ele geçti. Heykeller, heykel parçaları, kabartmalar, vazolar ve paralar… Bunların bir kısmı yurtdışına taşındı! 1883 yılında Asar-ı Atika Nizamnamesi çıkarıldı. Buna göre kazılardan çıkan eserlerin tümüyle devletin malı olduğu belirtilmiştir. Fakat bu bir işe yaramış mıydı? II. Abdülhamit döneminde Avrupa’daki kral ve imparatorlarla ilişkilerin bozulmaması için, çıkarılan eserlerin bir bölümü bu kez Avrupalılara armağan olarak sunulmaya başlandı, üstelik de hediye gönderilecek ülkenin büyükelçisi bu armağanları bizzat seçiyordu!..

Şimdi gelelim 1933 yılına. Atatürk Kuşadası’nda yapılacak bir manevraya katılmak üzere Selçuk’a kadar trenle gelecektir. Bu haber kasabada büyük bir heyecan yaratır. Yerel yetkililer kusursuz bir karşılama hazırlamak isterler. Kuşadası kaymakamı Dilaver Bey kasabanın derhal temizlenmesini emreder. Binalar badanalanmalı, sokaklar pırıl pırıl olmalıdır. Bu arada istasyonun hemen önündeki Bizanslılardan kalma su kemerleri de boyanmıştır!..

Atatürk trenden inip karşılayanların ellerinden sıkmış ve gözü kalabalığın arasından boyalı su kemerlerine takılmıştır. Dilaver bey’e dönerek, “Bu ne kaymakam bey?” diye sormuştur. Kaymakam sıkılarak durumu açıklamıştır. Atatürk’ün cevabı şu olmuştur: “Kaymakam bey, kaymakam bey, bu cehaletten ileri geliyor!” Atatürk hemen ardından, Kuşadası’ndan dönünceye kadar su kemerlerinin tamamen temizlenmesini emretmiştir.
Evet, “Voici un homme!” “İşte bir adam!” Sanata ve kültüre yaklaşım işte tam da böyle olmalıdır: Korumacı, duyarlı, hızlı ve kesin... Bundan daha azı tatmin etmez, kabul edilemez. Sanat ve kültür korunmaya muhtaç bir bebek gibidir, ona sahip çıkılmalı, bakılmalı, özen gösterilmelidir…

Bütün mesele yöneticilerde toplanmaktadır. Bir ülkede zeki, kültürlü, bilime inanan kaliteli yöneticiler varsa işler yolunda demektir. Yoksa ve onların yerine vasat, hatta vasatın altı, kültürsüz, hemen her konuda bilinçsiz, ilgisiz ve bilime uzak yöneticiler varsa, o ülkede başka meselelerin yanında muhakkak ki sanat ve kültür meseleleri de savsaklanır, hırpalanır, bir kenara itilir, ezilir, unutulur, geri bırakılır, boş verilip kaderlerine terk edilir…

Önceki bir yazımda bahsettiğim Beverly Sills’in şu güzel sözünü yinelemek istiyorum: Sanat, uygarlığın imzasıdır. Her kademedeki yöneticiler bu imzanın paha biçilmez değerini bildikleri ölçüde değerlidirler, bu imzayı korudukları ölçüde saygıyı ve sevgiyi hak ederler, bu imzayı geliştirmeye çalıştıkları ölçüde övgüyü hak ederler…

Mehmet Murat ildan

No comments:

Post a Comment