Tuesday, September 8, 2009

Yarım Kalan Aşk (Persuasion)


Gece yarısını bir hayli geçmişti. Okumak için bir kitap seçmek üzere kütüphanemizin raflarına göz gezdiriyordum. Dışarıda hava iyice serindi; açık pencerelerden içeri giren soğuk hava biraz ürpertiyordu, ama üşümenin de ayrı bir zevki vardı. 33'lük Yakut kırmızı şarap içip ardından da bitter çikolata yemiştim; biraz uykum vardı. Uyku, bedensel bir şey olsa da zihinsel bir şeydir de. 1.5 yıldan fazladır TV'ye neredeyse hiç bakmıyordum. Yarınki hava durumunu öğrenmek üzere TRT1 kanalını açtım. Açar açmaz da teletext'e geçmeden önce sağ alt köşedeki yazı gözüme çarptı: Yarım Kalan Aşk.


Bu bir film ya da bir diziydi, henüz tam anlayamamıştım. Fakat sahneler benim sevdiğim tarzda, 19. yüzyıl manzaralarıyla doluydu. Atlı arabalar, aristokrasi sınıfının şatafatlı evleri, kırsal malikaneler, kibar ve zekice konuşmalar, çekingen bakışlar... Uykum tamamen kaçtı ve filmi izlemeye başladım.


Bu film Jane Austen'in "Persuasion" isimli romanından uyarlanmıştı ve orijinal ismi değiştirilip "Yarım Kalan Aşk"a dönüştürülmüştü. Doğrusu ben orijinal isimlere sadık kalınmasından yanayımdır her zaman. Bu film için bir de "İkinci Şans" ismi verilmiştir...
Persuasion, Jane Austen'in son romanıdır; ben henüz okumadım, fakat romanın ince olmasından yararlanıp ilk fırsatta okuyacağım. Austen, romanı 1816 yılında bitirmiş ve 1817 yılında, 41 yaşında, maalesef henüz oldukça genç bir yaşta ölmüştür. Jane Austen'in bütün romanlarının filmleri yapılmıştır; onun 6 romanı vardır. Evet, gördüğümüz gibi bir yazarın çok romanlarının olması gerekmez; bazen 6 bazen de 1 tane roman dahi iz bırakmak için yeterlidir.




Persuasion, 2007 yılında çekilmiş ve ilk kez bir İngiliz kanalında yayınlanmış. İngiliz film yapımcıları geçmiş yüzyıllara ait klasikleri filme çekmekte çok başarılılar. Anne Elliot'la Frederick Wentworth'un hikayelerini anlatır bu film. Anne, 8 yıl kadar önce zeki ama varlıksız bir denizci olan Frederick'e aşık olur. Anne'in babası Sör Walter ve özellikle aile dostları Leydi Russell bu ilişkiyi onaylamazlar ve nişanlısından ayrılması için Anne'i ikna ederler. İki tarafın da birbirlerine ilgileri ve hisleri vardır ama Frederick varlık ve soyluluk bakımından uygun bulunmamıştır. Leydi Russell, anladığım kadarıyla Anne Elliot'un akıl hocasıdır; insanın yaşamı boyunca bu tür akıl hocaları olur, fakat en doğrusu insanın kendi aklıyla karar vermesi, kendi yargılarıyla bir sonuca varmasıdır.


Aradan 8 yıl geçtikten sonra Anne'in ailesi mali güçlüklerle karşılaşır. Elliot Aile Malikanesi kiraya çıkar; kiracılardan uygun olan kişi Frederick'in kız kardeşidir. Frederick de bu arada zengin olmuş, kaptanlık yapmaktadır. Bath şehrinde bu ikili yeniden rastlaşırlar; Anne 27 yaşındadır ve evlenmemiştir henüz. Rastlaşırlar ama Frederick Anne'e halen kızgındır, çünkü 8 yıl önce reddedilmiştir; bunu biraz bir gurur meselesi yapmıştır. İşte ben de sanırım bu andan itibaren TV'yi açmıştım. Anne'e bir başkası evlenme teklif etmiştir ve bunu duyan Frederick üzgündür. Fakat Anne Elliot bu teklifi kabul etmediğini Frederick'e söyler; Frederick de umutlanarak yeniden tutuşan bir alevle ona bir mektup gönderir ve yeniden evlenme teklif eder. Frederick önemli bir şey yapmıştır: Sevgiyi gurura kurban etmemiş, geçmişe takılı kalmamıştır. Burada Anne Elliot'un koşa koşa Kaptan Fredrick'i bulmaya çalıştığı çok hoş bir sahne vardır. 8 yıllık bir gecikmeyle de olsa en sonunda evlilik gerçekleşir.
Bu romanda zaman ve aşk meselesi güzelce vurgulanmış. İnsan, aradan 8 yıl geçse bile geçmişte sevgi ve aşk duyduğu "iyi ve kaliteli" birinden kopmamıştır aslında, o yalnızca görüntüden gitmiştir, ama halen oradadır. Aşkta, sevgide, 8 yıl, 10 yıl, bunlar asil ruhlar için uzun süreler değildirler. Filmde Frederick güzel bir şey söyler: "Elliot, 8 yıldır senden başka kimseyi sevemedim," der ve hoş bir cümledir bu. Gerçek sevgi ve gerçek aşklarda başkasını sevmek pek kolay olmaz ve hatta mümkün olmaz. Frederick değişik kişiler tanımıştır, değişik kadınlarla tanışmıştır ama onların hiçbiri yaşamında Elliot'un yerini tutamamıştır; Elliot onun için en arzu edilen kişidir ve önemli değerleri, önemli artıları, alışılmadık bir havası ve değişik bir kişiliği vardır, sıradan biri değildir. Bu film hoşuma gitmişti, ne yazık ki sadece sonunu yakalabilmiştim.
TRT benim yaşamımda önemli bir yer tutar çünkü 1980'li yıllarda TRT'de bu tarz filmler, "I Claudius" gibi Klasikler, Giuseppe Verdi'nin hayatı gibi hoş yapımlar, Aşk ve Gurur tarzı İngiliz dizileri sıkça vardı. Bu kaliteli yapımlar bizi yükseltirler, ufuklarımızı güneşle kaplarlar. Şimdiki uydurma dizilerdeki yavanlık ve basitlik yoktur; bir soyluluk, bir asalet vardır bu filmlerde; konuşmalarda bir zeka vardır, aşkta bir incelik, bir kalite, sevgide derin bir sadakat, sözlerin söylenişinde okşayıcı bir zarafet vardır, duyguların yaşanışında bir seçkinlik ve ruhlarda bir masumiyet vardır. Yukarıdaki tarzda birkaç roman da ben yazmak istiyorum. Ne zaman yazarım bilmiyorum ama bu tarz bir şey yazmaya yatkınım; ben karakterlerimin "sizli" "bizli" konuşmalarını severim. Ve bir gün yazdığım romanları beyaz perdede izlemek isterim...

Mehmet Murat ildan


No comments:

Post a Comment