Saturday, September 12, 2009

Japonya: Gelenekler Adası




JAPONYA
GELENEKLER ADASI
Japonya ve Japon Toplumu Üzerine Gözlemler






85 Bölümlük Bir Gezi Kitabı Çalışması




1- En Uzun Sıçrayış
“I no naka no kawazu taikai o shirazu.” Japonca güzel bir atasözüdür bu. “Kuyudaki kurbağa büyük denizi bilmez,” anlamına gelir. İnsan uzun bir süre seyahat etmeyince dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun kendisini bazen kuyudaki bir kurbağa gibi hapsedilmiş hisseder ve yakındaki ya da uzaktaki bir denize dalmak için heyecanlı bir sıçrayış yapar. Japonya seyahatim benim için hayatımdaki en uzun sıçrayış oldu!.. Türk Hava Yolları’nın İstanbul-Tokyo uçuşu yaklaşık 13 saat sürüyor; bir “Hız çağı” olan 21. yüzyılda olduğumuz düşüncesi bu süreyi çok daha uzun algılamamıza neden oluyor. Bu süre aynı zamanda THY’nın en uzun uçuş süresidir.
Yarım gün boyunca kimi zaman uyuyup kimi zaman da koltuk arkası ekranda klasik filmler seyrederek, yemek yiyerek, satranç oynayarak, uçuş haritasını inceleyerek, kapalı devre uçuş kamerasından etrafı, sihirli bulutları seyrederek, komşu koltuktakilerle sohbet ederek 10 bin kilometrelik yolu klimalı serin - ama bazen de sarsıntılı bir ortamda - kat ettim. Nemli ve yağmurlu bir mevsimde vardığım, günde 1500 uçağın inip kalktığı Tokyo Uluslararası Narita havaalanından itibaren, dünyanın bu en çok merak edilen ülkelerinden biri olan Japonya ve Japon toplumu üzerine yaptığım gözlemleri, yorumları, düşünceleri, görülmeye değer turistik mekânları burada aktarmaya, değerli okuyucuyla paylaşmaya başlayacağım.



2- Mükemmellik Çabası
Adalar ülkesi Japonya’ya dair görüşlerimin olumlu olduğunu ve bu ince uzun esrarengiz ülkeye karşı iyi duygular beslediğimi henüz ilk satırlardayken söylemeyi değerli okuyucuya bir görev biliyorum. Elbette, madalyonun tek bir yüzünden de bahsetmeyeceğim ve Ay’ın görünmeyen, karanlık yüzüne de bakmayı ihmal etmeyeceğim. Japonya üzerine ya da herhangi bir ülke üzerine yazılmış bütünüyle olumlu ya da bütünüyle olumsuz yazılar bize gerçeği vermezler; gerçek her zaman için artıların ve eksilerin, beyazların ve siyahların karışımında bulunabilir ancak.
Ne plus ultra! Latince bu deyimin anlamı ulaşılabilecek en üst nokta demektir, yani daha ötesi yoktur, bir mükemmellik, bir kusursuzluk noktasıdır bu. Dünyada hiçbir ülke, hiçbir toplum iyilik, refah ve benzeri konular göz önüne alındığında “Ne plus ultra” noktasında değildir ve hatta böyle bir noktaya ulaşılabilir mi bundan da emin değilim. Fakat Japonya konusunda emin olduğum bir şey, Japonların daha iyiye, daha iyinin de üzerindeki mükemmelliğe ulaşma konusunda sürekli olarak iyi niyetli bir çaba içinde oldukları ve asıl önemli olan şeyin de işte bizzat bu iyi niyetli çabanın ta kendisi olduğudur.
İkinci Dünya savaşı sonrası dönemde Japonlar, Batı’daki teknolojiyi öğrenmek için ABD ve Avrupa ülkelerine akın akın gittiler. Ancak artık akış yönü çok yönlü olarak değişmiştir; dünyanın dört bir yanından insanlar az önce bahsettiğim mükemmellik çabalarını ve bu çabaların somut meyvelerini yerinde görmek için Japonya’ya gitmekteler.





3- Tokyo Yapbozu
Dört mevsimin yaşandığı Doğu Asya’daki bu ilginç adaya - Japonya’nın dört ana adasından biri olan Honşu adasına – uçakla gelindiğinde ilk ayak basılan yer Tokyo şehir merkezinden 60 km uzakta bulunan Narita havaalanıdır. Şehrin kuzeydoğusundaki bu havaalanı, ismini yakınlardaki Narita-shi yani Narita şehrinden almış; Japonca shi şehir anlamına gelmekle birlikte Narita sadece küçük bir kasabadır. THY uçağının geldiği yer 1. Terminalin Güney Kanadı’ydı. Japonya şu an itibariyle Türk vatandaşlarına vize uygulamamaktadır; ancak şunu söylemekte büyük bir yarar görüyorum: Japonya’ya vizesiz gelinir, lâkin vizeyle girilir. Geçmişte bazı suiistimaller ve tatsızlıklar olduğu için Japon otoriteleri girişlerde dikkatli davranmaktadırlar. Pasaport işlemlerini tamamladıktan sonra Keisei Skyliner isimli treni alarak Tokyo’ya doğru yola koyuldum. Bu yolculuk 56 dakika kadar sürmektedir.
Trene binmeden önce şöyle bir yorumda bulunduğumu hatırlıyorum: “Bu trenlerde de bir numara yokmuş!” Japonya’da trenlerin çok gelişmiş oldukları bilinen bir gerçek olduğundan Skyliner treninin görünümü bana fazlaca sıradan gelmişti. Bu tür düşünceler içindeyken trenden indikten sonra koltukların tamamının kendi eksenleri etrafında 360 derece döndüklerini gördüm. Trende çanta bavul gibi eşyaların kalıp kalmadığını anlamaya yarayacak akılcı bir güvenlik önlemi ya da trenin gidiş yönü değiştiğinde koltukların buna uyum göstermesini sağlayacak pratik bir yoldu bu. Böylece ilk yorumumu değiştirdim: “Bu trenlerde bir numara varmış!”
Narita’dan Tokyo’ya Limuzin adı verilen otobüslerle gitmek de mümkündü. Bu yolun ucuz olduğunu ancak yolculuğun en az 1.5 saat kadar sürdüğünü bildiğimden tercihimi zamandan yana kullandım. Zamanla ilgili olarak anonim olan şu sözü her zaman hatırlamamız gerektiğine inanıyorum: “Her sabah kalktığınızda size 24 altın saat zaman verilmiştir; dünyada size parasız olarak verilen birkaç az şeyden biridir bu; dünyanın bütün paralarıyla ekstradan 1 saat satın alamazsınız. Böylesine paha biçilmez bir hazineyle ne yapacaksınız?” Evet, böylesine paha biçilmez ve doyulmaz bir hazineyle yapılacak en iyi şey onu iyi kullanmak, boşa harcamamaktır, çünkü Latince’de söylendiği şekilde, fugit hora, saatler uçar, zaman uçar; ya da Japonların dediği gibi “Ko-in ya no gotoshi,” zaman ok gibi gider!..
Havaalanından Tokyo’ya giden yol yeşilliklerle, ormanlık alanlarla başlamakta, yer yer pirinç tarlaları da görülmekte ve daha sonra da birbirine yapışmışçasına bitişik olan binalar, deyim yerindeyse, büyük metropollerde her zaman gördüğümüz “Ruhsuz Apartmanlar veyahut betonlar Krallığı” başlamaktadır. Bu aşırı yoğunluk karşısında insan gerçekten şaşkına döner. 30 milyondan fazla insanın yaşadığı bu şehirde boş alanların üzerleri sanki yapboz dediğimiz bulmacalarda olduğu gibi tek tek saptanıp sıkıca kapatılmıştır!.. “Tokyo Yapbozu,” tamamlanıp bitmiş, her karenin doldurulduğu, hiçbir boşluğun kalmadığı devasa bir yapboz gibidir. Kendimizi Tokyo’nun altındaki toprağın yerine koyacak olursak, çok sayıdaki parklara rağmen Tokyo’da toprağın nefes aldığı, gökyüzüne özgürce bakabildiği alanların ne kadar az olduklarını hayal edebiliriz. Ülkenin % 75’inin dağlık olduğu ve nüfusun da 130 milyon olduğu düşünülürse, Tokyo gibi kıyılarda bulunan düzlüklerin neden bu kadar dolduğu ve dolmakla kalmayıp her yöne taştığı ve taşmaya devam ettiği de kolayca anlaşılabilir.
Aşırı dağlık yapı aynı zamanda Japonya’nın bir güzelliğidir de. Düzlükler genellikle sıkıcı ve monoton bir görünümde olurlar, dağlar ise monotonluğun içindeki farklılıklardır, sıra dışılıklardır; bu harika yükseklikler heyecan vericidirler de, çünkü insanın yapısında yüksekliğe, yukarıda olanlara, göklere, yıldızlara daha yakın olana karşı bir zaaf, bir hayranlık vardır. 300 yıldan fazla bir süredir sakin bir uykuya dalmış olan Japonya’nın zirvesi, 3776 metrelik Fuji yanardağı da ülkenin sembolüdür zaten. Fujiyama, “Tükenmeyen, sonsuza dek süren hayat” anlamına gelir. Aslında Japonya’nın sembolü olarak özellikle Kyushu bölgesinde muhteşem manzaralar yaratan Kiraz ağaçlarını görenler de var. Bir ülkeyi düşündüğümüzde aklımıza gelen ilk şeyler genellikle o ülkenin sembolleridirler.


Not: Japonya'yla ilgili bazı fotoğraflar Picasa albümümde mevcuttur.






Mehmet Murat ildan












No comments:

Post a Comment